tag:blogger.com,1999:blog-5745044637665712652024-03-28T06:57:10.796+03:00Ali Demiral BlogAli Demiral Blog SitesiAli Demiral http://www.blogger.com/profile/03894867731606900910noreply@blogger.comBlogger5125tag:blogger.com,1999:blog-574504463766571265.post-16562280050594898082024-03-28T02:56:00.002+03:002024-03-28T05:42:07.933+03:00Güvencesiz İşçiler Derneği<div style="text-align: left;"><p style="text-align: left;"><i><span style="font-size: medium;"><b>Güvencesiz İşçiler Derneği</b> (Giş-Der) Erzin ilçe temsilcisi Eyüp Dağ, <a href="https://www.alidemiral.net/" target="_blank"><span style="color: #800180;">Ali Demiral Blog</span></a> sitesine dernek faaliyeti ve işçi hakları konusunda röportaj verdi. Giş-Der, Erzin Merkez Caminin arkasında bulunuyor.</span></i></p><p style="text-align: left;"><i></i></p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcnmQ2iOQZlciUvvOpNPC_8t5pUgOlejLJPMNVTA8z7zrRseF_Ryo_0hAGngb9u9G-4Gl1w9ovIDewxYCojum3AHyQiN1Dj80n7rr4KoTqGZ5Eo2HwQbHV8rT3QUzKlXiEUb4Lmnex0L76NoZB2MeKwgwQAOFS-7g3u-oqcxOYbAubVqKx39XX86N7dzbF/s2592/guvencesiz-isciler-dernegi.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="1944" data-original-width="2592" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhcnmQ2iOQZlciUvvOpNPC_8t5pUgOlejLJPMNVTA8z7zrRseF_Ryo_0hAGngb9u9G-4Gl1w9ovIDewxYCojum3AHyQiN1Dj80n7rr4KoTqGZ5Eo2HwQbHV8rT3QUzKlXiEUb4Lmnex0L76NoZB2MeKwgwQAOFS-7g3u-oqcxOYbAubVqKx39XX86N7dzbF/w320-h240/guvencesiz-isciler-dernegi.jpg" title="Güvencesiz İşçiler Derneği" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Eyüp beyle Giş-Der ofisinde söyleştik</i></td></tr></tbody></table><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><i></i></div><i><span style="font-size: medium;"><br /></span></i><p></p><p style="text-align: left;"><span style="color: #800180; font-size: medium;"><strike>(toc) Başlıklar</strike></span></p><h1 style="text-align: left;">Güvencesiz İşçiler Derneği Erzin Temsilcisi...</h1><h2 style="text-align: left;">Eyüp Tat Kimdir?</h2><span style="color: red;">Eyüp bey, öncelikle sizi tanıyalım lütfen.</span><br />Ben Eyüp Tat. Aslen Kahramanmaraşlıyım. 12-13 yaşından beri de Erzin'deyim. Erzin'den evlendim. Erzin'de ikamet ediyorum, yani Erzinli'yim aslında artık bu saatten sonra. Erzinliyim yani.</div><div style="text-align: left;"><h3 style="text-align: left;">"Güvencesiz işçilerin hakkını aramaya çalışıyoruz"</h3><span style="color: red;">Güvencesiz İşçiler Derneği'ni tanıtır mısınız?</span><br /><b>Güvencesiz İşçiler Derneği</b> Mersin merkezli, 2020 yılında kurulan, özellikle tarım sektöründe olan güvencesiz işçilerin de olduğu bir dernek. <br />İnşaat sektöründe de güvencesiz işçiler var, tarım sektöründe de ağırlıkta. <br />Tüm güvencesiz işçilerin elimizden geldiği kadar hak ve hukukunu aramaya çalışıyoruz. <br /><span style="color: red;">Bir işçinin güvencesiz olması tam olarak ne demek? Çalışma şartlarındaki hangi eksiklikler, ihmaller güvencesizlik konusunu ortaya çıkarıyor?</span><br />Güvencesiz olması demek; işçinin çalıştığı yerden hak ettiği ücreti alamamasındaki sıkıntı. Ayrıyeten SSK'sının olmaması güvencesizliğinin ispatı. Yani sözleşmesiz çalışıyor, hiçbi' dayanağı yok, kanunî bi' yaptırım yok ve kanunî bi' koruması yok. Hiçbi' koruma altında değil yani. Çalıştığı kişiler ücretini ödemez; hiçbi' hak iddia edemiyor. Çünkü ortada bi' resmî dayanak yok. Hiçbi' güvenceleri yok bu insanların. Adıyla beraber gerçekten güvencesiz işçi. <br /><h3 style="text-align: left;">Sigorta Primi Çavuş Kesintisiyle Yok Oluyor</h3><span style="color: red;">Peki işverenler neden hakkını vermezler, sigortasını falan yatırmazlar? </span><br />Şimdi Türkiye kanununda tarım sektöründe 50 kişinin üzerinde <i>(ise)</i> sigorta isteniyor. Onun altında tarım işçisi için kanunen bi' sigorta zorunluluğu yoktur. <br />Bizimki brüt üzerinden meselâ, bizim belirlemiş olduğumuz ücretler brüt üzerindendir. İşçi sigorta primini de alır işverenden. Kendinin yatırması lâzım normalde. Bunu da tabi ki yatırmıyor. <br /><span style="color: red;">İşveren narenciye işçisine primini de veriyor.</span><br />Aynen ama işçi yatırmıyor. Burada yüzdelik çavuş da kesintisi oluyor. Çavuş kesintisi olduğu için aslında o prim oraya gitmiş oluyor. İşçiye gene prim de kalmıyor aslında. O kesinti de oraya gitmiş oluyor. <br /><span style="color: red;">Peki "prim işçiye gitmiyor" diyorsunuz. <b>Güvencesiz İşçiler Derneği</b>, "Sigortam yapılmıyor, sigortasız çalıştırılıyorum" diyen kişilerle de ilgileniyor mu?</span><br />Sonuçta bir resmî dayanakları yok. Sadece sözlü olarak ödeme yapmayan arkadaşları ikaz ediyoruz. <br />Yani diyoruz ki: "Bak bu emekçidir. Bunun ödemesini yapın." <br />Bizim de burada bi' ağırlığımız olduğu için, hani rezil olmamak için ödüyorlar. Yoksa kanunî yaptırımımız yok. Ama sözle uyarıyoruz. Bi' araya getiriyoruz tarafları. Güzel bi' şekilde yardımcı olmaya çalışıyoruz, oluyoruz da yani mutlaka.<br /><h2 style="text-align: left;">Erzin'de İşçi Olmak</h2><h3 style="text-align: left;">Kira ve Gıda Tüketiminden Sonra Elde Var Sıfır</h3><span style="color: red;">Erzin'de işçilerin hâli nasıl?</span><br />Erzin'de işçilerin hâli; ilk başta geldiğinin yarısını kira ücretine vereceksin. Erzin'e gelmişsen otomatikman yarısını kira ücretine, geri kalanını da gıda tüketimine vereceksin, elde var sıfırla burayı terk edeceksin. <br />Niye dersen? <br />Çünkü kiraların yüksek olması tarım işçilerinin Erzin'e gelmesini bayağı önledi yani azalttı. Gelenler de mülteciler. %80'i dışarıdan gelen tarım işçilerinin %80'i mülteci. Mülteciler de zorunlu yani başka alternatifi yok. Hayatını devam ettirebilmesi için, ayakta durabilmek için mecburen gelip yarısını kiraya da verse çalıştığını bu şekilde gelip çalışıyorlar yani ve bunların da %40'ı bi' bölümü Avrupa'ya gitti, bi' bölümü de Suriye'ye döndü, tekrar dönüş yaptı ekonomik pahalılıklardan dolayı, şartlardan dolayı. Yani mültecilerde de biraz işçi eksikliğimiz oluştu. %40'lık bi' eksikliğimiz var. <br /><h3 style="text-align: left;">"Erzin artık cazip değil"</h3>Bi' ev 60-70 bin lira. Yani nasıl çalışacak, nasıl ödeyecek? Siz hesabını yapın yani. Dört kişi çalışıyorsa iki direkt kiraya çalışması lâzım. Hiç durmamak şartıyla, yağmurlu günler de var bunun içerisinde. Yani onun için burası cazip olmamaya başladı. Özellikle yurt içinden gelen işçiler için burası bayağı sıkıntı olmaya başladı.<br /><span style="color: red;">Peki eskiden nasıldı?</span><br />Eskiden kira ücretleri ayda 1 yevmiyeydi. Şimdi ayda 10 yevmiye oldu. En azından adam bi' yevmiyesini verirdi, yirmi gün çalışmışsa, on dokuz günü kalırdı, ayda en fazla çalışacağı yirmi gündür. Bu cazip geliyordur ama %900 bi' artış var kira ücretinde eskiye göre. E bu ağır gelmeye başladı yani matematiksel olarak. İşçi için artık burası cazip olmamaya başladı. </div><div style="text-align: left;"><h3 style="text-align: left;">"Üretim çok, işçi az"</h3><span style="color: red;">İşçi kaybı da oldu.<br /></span>Tabi ki. %50 indi işçi sayımız. <br />Narenciye üretimimiz fazlalaştı, işçi sayımız gün geçtikçe düşüyor Erzin için. Bu bölgede de en fazla işçi kaybının olduğu yer Erzin'dir. Çünkü burası merkezî bi' konumda. Bu tarafı Dörtyol, Reyhanlı'ya kadar, o tarafı Adana. Yani coğrafya olarak ortada olduğu için. Burası tarım işçileri için bi' alandı. Ulaşım olarak iki tarafa da yakındı yani ortada olduğu için. Ama o şeyini (cazibesini) git gide yitiriyor.<br /><span style="color: red;">Bu pahalılığın sebebi de galiba Erzin diğer yerlere göre depremde daha az hasar aldığından dolayı değerlendi meselâ evler.</span><br />Şimdi burada bine yakın bi' daire yani yapı boş veya dolu neyse rakamsal olarak. Yıkıldı ağır hasarlı. Bunların birçoğu da eski yapılardı. Eski yapıların %70'inde de tarım işçileri kalıyordu. E buralar da yıkılınca bu insanlar ister istemez ev bulamadı. Diğer taraflara yığıldılar ve %90 depremden kaynaklandı yani bu pahalılığın sebebi. Çünkü kendi yurttaşımıza biz ev bulamadık. <br />10 bin 15 bin nüfus buraya geldi depremden hemen sonra. Tekrar gitti de 5 bin civarları benim tahminim hâlâ burada nüfus kalıcı olarak kaldı yani. </div><div style="text-align: left;"><h2 style="text-align: left;">İşçilerin Barınma Konusu</h2><span style="color: red;">Sosyal paylaşım sitelerinde narenciye işçilerinin barınması konusunda gönderiler göze çarpıyor. "Barınma alanına karşı çıkanlar"dan bahsediliyor. Kimdir bu karşı çıkanlar? Neden karşı çıkıyorlar?</span><br />Şimdi barınma sıkıntısının olduğunu yetkililere bildirdik. Hatay Büyükşehir <i>(belediyesi)</i> bu konuda Lütfü Savaş ve saha ekibi olumlu baktılar, bu konunun ciddiyetinin onlar daha iyi farkındaydı. Orası daha çok tahrip olduğu için bizim ne demek istediğimizi daha kolay anladılar yani. <br />Biz yerel yönetime bunu izah etmemize rağmen bize yer tahsis edilmedi Erzin içi. Başkan dedi: "Gidin, kendinize yer bulun." <br />Yer bulduk bu Eseli'nin <i>(İsalı Mahallesi)</i> üstünde bu çayın karşısında. Yeri düzeltmek için sağ olsun Büyükşehir bir hafta makinalarını gönderdi, çalıştılar, yerin alt yapısını hazırladık. Çadır kentti zaten burası. Zemini düzeltip, elektiriğini falan hepsini aldık ama Eseli mahallesinden işte yok, "İşçiler gelir burada hırsızlık olur, şu olur, bu olur" algısıyla yani çok şikâyet oldu, aşırı bi' şikâyet oldu. İlçe Tarım'ı da şikâyet ettiler, CİMER'e kadar şikâyetler oldu. En sonunda da baktık yani bize binde bir faydası olan bi' çalışmanın Erzin'e 999 faydası var. Bizim derdimiz biz değildik ki. <br />Biz buranın gelirinin de %30'unu Erzinspor'a bağışlayacaktık. Orada toplayacağımız gelirin %30'u da Erzinspor'aydı. Biz sadece önayak oluyorduk. Yani burada bi' aracı konumdaydık. Maalesef şikâyetlerden sonra en az Erzinspor'umuz da 500-600 bin liralık bi' gelirden olmuş oldu. <br />Bizim de derneğimizin gideri karşılanırdı. Bizim de öyle bi' zararımız oldu. <br />Erzin'in ise bunun bin katı zararı oldu genel olarak. <br />"Acaba bunların mı bir şahsî çıkarı var" gibi bi' algı oluştu. Hâlbuki bizim şahsî çıkarımız yok. Biz görüyoruz. Konunun ciddiyetindeyiz. Şimdi elinizde bi' şey varsa görüyorsanız belki çiftçi görmeyebilir ama biz sahadayız yani görüyoruz konunun o kadar ciddî olduğunu. Maalesef yetkililer biraz bu işe şey yaptılar yani üstüne durmadılar veya da duramadılar, tahmin edemediler ama sonuçta nerden baksanız bi' 200-250 bin ton meyvemiz çöp oldu gitti yani. Hiçbi' ekonomik değeri kalmadı. </div><div style="text-align: left;"><h3 style="text-align: left;">Yerel Yöneticiler Ne Yapabilir?</h3><span style="color: red;">Şu an meselâ yerel yöneticilerden ne istersiniz, ne yapabilirler bu konuda?</span><br />İlk başta güvenilir olmaları lâzım. <br />Biz beş senedir buradayız. <br />Sezonun ortasında toplantı yapılıyor. <br />Benim bildiğim sezon başlamadan önce rekolte ortaya çıktığı zaman mayıs ayı, haziran ayı oturulur. "Memleketin ne sıkıntısı var? Bu narenciye buranın gelir kapısı. Bunun ne sıkıntısı var?" Bu değerlendirilir. <br />Kimin sorumluluğu varsa; belediyenin, kaymakamlığın, kimlerin ne sorumluluğu varsa ona göre çalışma yapılır, eksikler giderilir ama siz hasada girdiğiniz zaman hiçbir şey yapamazsınız, eliniz kolunuz bağlı kalır. Onun için zamanında oturulur, konuşulur, sezon gelmeden hazır bi' şekilde yakalanmış olursunuz sezona. Depreme nasıl hazır yakalanan yer ile hazır yakalanamayan yer; aynı o hesap yani. Biz maalesef bu hazırlığı yapmıyoruz yani. Plânlama yok. Bi' de herkes "ben daha iyisini biliyorum" <i>(diyor)</i> Biz demiyoruz. Biz en iyisini bilmiyoruz. Biz sadece elimizdeki bilgilerden faydalanın diyoruz. Faydalanın. Ama bu konudaki, sahadaki eksikleri biliriz, çünkü sahanın içerisindeyiz. Meselâ toplantı yaptığımızda soruyoruz, diyoruz ki, "Nasıl meyve durumu?" Biz bunların tüm sahanın alt yapısını öğreniyoruz. İhracatçıya gittiğim zaman ben de ihracatçıya soruyorum: "Bu sene piyasa nasıl olur? Satışınız nasıl olur?" Pazarını da soruyorum. E ona göre de narenciyenin her şeyi ortaya çıkmış olur. <br /><span style="color: red;">Siz dosyalayıp veriyor musunuz belediyeyle paylaşıyor musunuz kaymakamla? Onlar istemese bile...</span><br />Tarım işçilerinin burada ücretlerinin verilmemesinin kötü bi' tarafı Erzin'in onuru gibidir. Şimdi bi' tarım işçisine siz ücretini ödemediğiniz zaman zamanında o tarım işçisi on tane işçisine söylüyor. <br />Diyor ki: "Ben Erzin'de paramı alamadım." <br />On tanesi on tanesine derken bu Erzin'in kara lekesi gibi oluyor. <br />Yani bununla ilgili yazı yazdım kaymakamlığa gönderdim ama çalışma da yapmadılar yani. Valiliğe ve kaymakamlığa gönderdiğim yazımız var. Dönseler de geçiştirici bir üslûpla dönüyorlar yani. Tamam toplantı yaptık kaymakamlıkta ama toplantıyı ne zaman yapıyoruz? Meyve hasada gelmiş, meyve yetişmiş, artık o saatten sonra işçi getiremeyeceksin, yapacağın hiçbir şey yok. <br />Ben diyorum ki; "Yapacağımız bi' şey yok bu saatten sonra." <br />"E sen hep olumsuz konuşuyorsun" <i>(diyorlar.) </i><br />Kardeşim ben olumlu konuştuğum zaman siz beni olumsuz anladınız. Ben diyorum ki: "Bu saatten sonra bi' şey yapamazsınız. Çünkü işçi yerine gitmiş, meyve artık zamanı gelmiş, bu saatten sonra bi' şey yapamayız yani." <br />Şimdi elimizde bin ton meyve varsa Ali kardeşim elinde de 500 kilogramlık işçi varsa <i>(diğer)</i> 500'ünü kurtarma şansın yok. Çünkü insan gücüyle yapılıyor, makineyle yapılmıyor bu iş. Bu insan gücünü temin etmek zorundasın. Zorundasın yani başka çaren yok. Toparlayamazsın.<br />İhracatımız %50 düştü. Yani yurt dışıyla alâkalı değil bu sorun. Kasa var, fabrika var, pazar da var. Sadece bu kasalar boş kalıyor. O da işçinin olmamasından. Bunu toparlayıp ağaçtan kasaya koyacak elemanın olmamasından dolayı o kasalar boş kaldı ve ürünlerimiz de çöp oldu gitti. Yoksa pazarımız da var. Kimse pazara mazara bahane bulmasın. O kolaycılıktır. Pazarımız da var. Sıkıntı yok. Ha 5 liraya satıılmaz da 3 liraya satılır ama satılır. Sadece rakam biraz düşer, hepsi o. Yoksa pazarımız var. Ülkenin kuzeyinde Rusya ondan sonra bizim ülkemizin kuzey taraflarında Orta Asya bölgesi. Nerede narenciye yetişiyor? Hiçbi' yerde. Nerden gidiyor? Türkiye'den. Başka yeri de yok. Var da yani uzak mesafelerden meselâ ama Türkiye işte Orta Doğu'ya dahi Türkiye'den gidiyor Irak üzerinden. Pazar sıkıntısı yok. Sadece plânlama sıkıntısı var. Plânlaman güzel olsa hiçbi' sıkıntı olmayacak. <br /><span style="color: red;">Ya şimdi siz zaten bir sivil toplum kuruluşu olarak o devletin üstündeki yükü alıyorsunuz.</span><br />Biz kamu yararına. Tabiki eksikleri varsa kamunun, biz bunu kamu yetkililerine iletmekle mükellefiz. Yoksa elimizdeki güç budur. Başka onun dışında yapabileceğimiz bi' şey yok. <br /><span style="color: red;">Yani şimdi şöyle; devlet bunun için bir memur tayin etse o ona bi' masraf olacak.</span><br />Aynen.<br /><span style="color: red;">Ama STK...</span><br />Gönüllü olarak yapıyoruz biz.<br /><span style="color: red;">Yükünü hafifletiyorsunuz siz.</span><br />Aynen.<br /><span style="color: red;">Ciddîye almaları lâzım, değerinizi bilmeleri lâzım.</span><br />Bence de. <br />Yani ben kaç sefer nerdeyse kapatacak noktaya geldim. <br />Ama işte bazen adam geliyor böyle elinde fiş. Bakıyorum üzerindeki kıyafete. </div><div style="text-align: left;">"Ulan" diyorum, "hacca gitmektense bu adamlara bi' yardımım olsun." </div><div style="text-align: left;">Ben de kendime bunu hayır etmişim yani. Yoksa bana buranın 70 <i>(bin)</i> lira kirası var, bana yükü var. Bana artısı yok, yükü var. Her sene cebimizden kirayı karşılıyoruz, buranın yol masrafı var, dışarıya gidiyoruz bazen toplantılara. Ama nedir? Bu da bi' hayırdır yani. Güzel bi' hayır aslında. <br /><h4 style="text-align: left;">"İnsan olan hak yemez!"</h4>Bazen geliyor insanlar. Üzerinde kıyafet yok. Yani Suriyeliler, mülteciler. Bakıyorum ya onun hakkını sen neye dayanarak yiyorsun? Nasıl yiyorsun kardeşim? Yiyemezsin ya! Yiyemezsin ya! Yememen lâzım ya insan olan onu yemez ya. Onun yiyecek ekmeği yok; onun parasını yemiş. Çalışmış yağmurda, çamurda. Onu gördüğün zaman insan biraz daha konunun üzerine gidiyor yani. O aslında beni ayakta tutan.<br /><span style="color: red;">Mülteciler geliyor buraya; işçiler diyelim. "Hakkım yendi, paramı alamadım" diyor.</span><br />Aynen. <br />Kiminle çalışmış? Ahmet'le, Mehmet'le... Meselâ onun numarası var zaten. <br />Arıyorum diyorum ki: "Kardeşim parasını ver ya. Günahtır bak parasını ver ya. Hoş değil." <br />Yani bunu da %90 alabiliyoruz bu şekilde. Çünkü rezil olmamak için -aslında kanunî bi' şeyimiz yok da- küçük düşmemek için en azından diyor "vereyim de kurtulayım."<br />Ha ödeme zorluğu varsa, böyle arkadaşlarımız da vardı. Ödeme zorluğu çekenlere borçlusuyla şeyini <i>(alacaklısını)</i> bir araya getiriyorum. Gerekirse banka gibi taksitlere böldürüyorum. <br />Diyorum ki: "Ne zaman ödersin? Tartışmayın, dövüşmeyin. Oturun." <br />Oturuyoruz. <br />"Şu şu şu tarihlerde ödenecek. Sen de idare edeceksin, sen de idare edeceksin." <br />O şekilde çok da böyle çözdüğümüz konular var yani. <br />Yani bi' nevi arabulucuk.<br />Arabuluculuk yapıyoruz, mecburuz, başka alternatifimiz yok. <br />Emniyet'e gidiyor, Emniyet benim yanıma gönderiyor. Adliye'ye gidiyor, Adliye benim yanıma gönderiyor. Çünkü bi' yasal sözleşme olmadığı için yasal bi' dayanak yok. Onun için tek çare de sözle yani.<br /><span style="color: red;">Zaman ayırıp sorularımı yanıtladığınız için teşekkür eder, Güvencesiz İşçiler Derneği'ne kolaylıklar ve başarılar dilerim.</span></div><div style="text-align: left;"><div>Teşekkür ederim. Sağ olun. Ayağınıza sağlık.</div></div>Ali Demiral http://www.blogger.com/profile/03894867731606900910noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-574504463766571265.post-42693465699826024332024-03-12T11:18:00.026+03:002024-03-14T23:58:26.945+03:00Türk Savaş Sanatı Sayokan<div style="text-align: left;"><p style="text-align: left;"><i>Kaç zamandır bir savunma sporu hakkında bilgi edinmek ve bu bilgiyi blogumun okuyucularına aktarmak için fırsat kolluyordum. Neyse ki karşıma Mustafa Kaynak çıktı da hem fırsatı değerlendirdim hem merakımı giderdim. Mustafa hoca, <b>Türk Savaş Sanatı Sayokan</b> ve <b>Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu</b> hakkında <a href="http://www.alidemiral.net" target="_blank"><b>Ali Demiral Blog</b></a> sitesine konuştu. </i></p><p style="text-align: left;"></p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpG0lGKrwOtYC10Z7KgOX1nbKNtr8pj6MC5zemII0YWTaPuBOJqATNIAkWx63IgPAZ7Rk2bRkRe3wekSMAgcCdV9iIQhjUf2T9vaJs97iFApo7YbUnXEFPubnq6VxGCblGdIzUOW4Ab_ZnVmZ_DwFnATw17uvANNYruZLtzSPYLHdUhiQ6S0HNsEv-ghb0/s2048/turk-savas-sanati-sayokan.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Mustafa Kaynak Kimdir?" border="0" data-original-height="1536" data-original-width="2048" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpG0lGKrwOtYC10Z7KgOX1nbKNtr8pj6MC5zemII0YWTaPuBOJqATNIAkWx63IgPAZ7Rk2bRkRe3wekSMAgcCdV9iIQhjUf2T9vaJs97iFApo7YbUnXEFPubnq6VxGCblGdIzUOW4Ab_ZnVmZ_DwFnATw17uvANNYruZLtzSPYLHdUhiQ6S0HNsEv-ghb0/w320-h240/turk-savas-sanati-sayokan.jpg" title="Türk Savaş Sanatı Sayokan" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Mustafa hocayla bizim evde söyleştik</i></td></tr></tbody></table><br /><strike><span style="color: red;">(toc) Başlıklar</span></strike><br /><p></p><h1 style="text-align: left;">Türk Savaş Sanatı Sayokanı Erzin'e Getiren...</h1><h2 style="text-align: left;">Mustafa Kaynak Kimdir?</h2><span style="color: red;"><b>Türk Savaş Sanatı Sayokan</b> konusuna gelmeden önce <b>Mustafa Kaynak kimdir</b> tanımak isteriz.</span><br />Mustafa Kaynak aslen buraların çocuğu. <br />Yoncadüzü Mahallesi'nde oturuyordu annesi babası. Kendisi de 89'a kadar burada yaşadı '85-'89 arası. <br />'85 yılında Erzin Yeşilkent Lisesi'nde okudum. <br />89'da askeriyeye gittim. <br />89'dan, geçen sene ekim ayına kadar dışardaydım Erzin dışında asker olarak. <br />Emekli olduktan sonra çocukların okul durumundan dolayı değişik yerlerde yaşamış bir insanım. <br /><h2 style="text-align: left;">Savaş Sanatı - Dövüş Sanatı Ayrımı</h2><span style="color: red;">Mustafa hocam, size soru hazırlamak için Google'dan araştırma yaptığımda, <b>sayokan dövüş sanatı</b>, <b>Türk Savaş Sanatı Sayokan</b> gibi arama sonuçları çıktı karşıma. Siz de <b>Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu</b> duyurusunu yaparken sosyal medyada <b>Türk Savaş Sanatı Sayokan </b>şeklinde belirtmiştiniz. Dövüş sanatı, savaş sanatı ayrımları nasıl belirlenir? Bi' de savunma sporu var. Dövüş sporu kelimesiyle de karşılaşıyoruz. Sanat ve spor farklı mı, yoksa eş anlamlı olarak mı kullanılıyor dövüş, savunma konusunda?</span><br />Şimdi savaş sanatıyla dövüş sporları biraz farklı. <br />Dövüş sporu dediğinizde kendine özgü kuralları olan ya da kuralları olmayan, her şeyi kabul eden bir sistem. Bunun içerisine, televizyonlarda izliyorsun, MMA yani mixed martial arts; karışık, karma savaş sanatları gibisinden değerlendirilen sistemler de var. <br />Savaş insanlık tarihi kadar eskidir. İlk savaş biliyorsun Habil'le Kabil arasında çıkmıştı kardeş kavgası. Ondan sonra insanlar devlet olmaya ya da bir topluluk olmaya başladıktan sonra savaşlar oluşmuştur. <br />Bizim savaş sanatı dememizdeki sebep bu işin içerisinde Türk kültürü var; kendi toplumumuzun kendi yaşadığımız çevremizin, yöremizin, coğrafyamızın kültürü var. Bunu nerde görebiliriz? Meselâ savaş sanatı olan ya da savaş geçmişi olan, kültürü olan toplumların folkloründe de bunu görebiliriz, türkülerinde de bunu görebiliriz. Meselâ kahramanlık türkülerimiz vardır. Başka ülkelerde kahramanlık türküsü çok fazla yoktur ama marşlar vardır. Ama bizim savaş sanatıyla alâkalı ya da savaş geçmişimizle alâkalı araştırdığımızda mehter bizde. Ne bileyim halk oyunları içerisinde hançer barından tutun da oynadığımız hemen hemen bütün oyunlarda savaşı çağrışımlar yapan teknikler vardır. Türk savaş sanatını anlatırken biz bu tekniklerden de yararlanıyoruz. Yani kültürümüzde var olan her şeyi savaş sanatının içerisinde yoğurmuş bi' şekilde sunuyoruz. Bu da kültürümüzün çeşitliliği, farklı coğrafyalarda yaşamış olmanın verdiği bir avantajla çok daha renkli, detaylı bir çalışma oluyor.<br />Dövüş farklı bi' şey. Dövüşte kural koyarsınız koymazsınız tamamen o organizasyonu yapanlarla alâkalı. <br />Ama savaş dediğiniz zaman biz savaşçı yetiştiriyoruz. Savaşçı dediğimiz zaman da yani vuran, kıran anlamında değil... savaşçı sporcu da olur, savaşçı sanatçı da olur. Meselâ eski savaşçılara baktığınız zaman edebiyatla da ilgilenmiştir, sanatla da ilgilenmiştir, heykelle, resimle, müzikle, güzel yazı yazmayla... Savaşçının özelliği çok fazla olabilir. Savaşçı mecbur kalırsa kendi canını, sevdiklerinin canını, vatanını, kutsal saydığı değerleri korumak için savaşan kişidir. Onun dışında savaş Atatürk'ün dediği gibi; gerekli durumlar dışında katliamdır. İnsanlık suçudur ve biz Türkler olarak da çok barışsever, iyiliksever insanlarız; savaşı biliriz ama bize düşman olmayanla savaşmayız. </div><div style="text-align: left;"><h2 style="text-align: left;">Sayokan Nedir?</h2><h3 style="text-align: left;">SAvaşçının YOlu ve KANı</h3><span style="color: red;">Mustafa hocam, <b>sayokan nedir?</b> Türk savaş sanatı sayokanın tarihini ve bugünlere kimler tarafından ulaştırıldığını anlatır mısınız?</span><br />Sayokan; <b>SAvaşçının YOlu ve KANı</b> kelimelerinin ilk harflerinden oluşturulmuş bir terimdir. <br />Aslında Türk savaş sanatı dediğimiz zaman Türklere özgü, tamamen Türklere has. Türklerin geçmiş dönemlerde, savaşlarda kullandığı veya kendi toplum içerisinde, kültüründe kullandığı tekniklerin, kendini korumak zorunda kaldığından veya kutsal değerlerini korumak zorunda kaldığında uyguladığı sistemlerdir. Az önce de değindik, fark nedir? Bunu en küçüğünden en büyüğüne varıncaya kadar herkesin çok rahat yapabilmesi, terimlerini çok rahat anlayabilmesi, sonra Türk örf âdetlerine, Türk toplum yapısına, yaşayışına uygun olması lâzım. Yürüyüşünüzden tutun, duruşunuza varıncaya kadar olaya bakış tarzının bile farklıdır. Meselâ Türk yerdeki düşmana vurmaz. Türk atlı ise yaya düşmana saldırmaz. Türk iki kişiyse yalnız tek başına kalmış bi' düşmana saldırmaz. Bire bir dövüşür. Ha Türk bir kişiyse birden çok düşmana karşı savaşır mı; evet savaşır. Savaşta teslim olmak nedir bilmez ve Türk teslim alıncaya kadar savaşır. Karşısında teslim olmuş, yenilgiyi kabul etmiş bir düşmana veya rakibe karşı herhangi bir şekilde katliama varan bir sonuca ulaşmaya çalışmaz. Önemli olan onun kazanması ve galip gelmesi ya da düşmanını pes ettirmesidir. <br />Bunu tarihimizde gördük. Atatürk'ün Çanakkale Savaşı'nda ölen Anzaklarla ilgili söylediği çok meşhur lâflar vardır. Yani ülkemizi işgale gelmiş bir sürü insanımız şehit olmuş. Anzakların annelerine diyor ki; "Uzak diyarlardan çocuklarını bu topraklara defneden anneler. Merak etmeyin onlar artık bizim de çocuklarımız." <br />Bizim savaşa bakışımız tamamen zorunluluk, vatanımızı korumak ve çizgimiz de şu; yurtta barış, cihanda barış. Eğer kendi yurdumda ben barış içinde yaşarken bana herhangi bir saldırı olmazsa savaş gereksiz ama benim varlığıma, benim yaşam tarzıma, benim değerlerime, kutsalıma saldırı olursa o zaman savaş kaçınılmaz. Yaklaşım bu. </div><div style="text-align: left;"><h3 style="text-align: left;">Sayokan Dünya Federasyonu Amerika'da Kuruldu</h3>Literatürde <u>Türk savaş sanatı 1999 yılında yabgu Nihat Yiğit tarafından kuruldu.</u> Yabgu Nihat Yiğit değişik branşlarda yıllarca çalışıp uğraş verdikten sonra; Japonya'da, Çin'de eğitimler gördükten sonra, Türklerin neden bir savaş sanatı yok derdi ve kaygısıyla yola çıkıp araştırmalar neticesinde gerekli eğitmenlerle, öğretmenlerle veya akademisyenlerle çalışarak bu sistemin toparlanması ve oluşturulmasına çaba sarf etmiştir. 99'da Goshin Kaikan adı altında kuruldu. Sonrasında Amerika'da dünya federasyonu oluşturuldu. 2005 yılına kadar da Türkiye'de değişik okullarda başlandı.<br />Ben 2001 yılında tanıştım Türk savaş sanatıyla ve o zamana kadar Türk savaş sanatı literatürümüzde yoktu. Karate, judo, kick boks bile bu kadar yaygın değildi. Bunlarla ilgilenirken Türk savaş sanatını duyduğumuzda değişik bir heyecana kapıldık yani "neden savaşçıyız ben askerim ama Türk savaş sanatıyla herhangi bi' bilgim yok" gibisinden hayıflandım. 2002'de yılında başladık çalışmaya Nihat hocayla. </div><div style="text-align: left;"><h3 style="text-align: left;">Sayokan Türk Savaş Sanatı Merkezi Safranbolu'da</h3>Sonra 2005 yılında dünya federasyonu Türkiye'ye getirildi. Türkiye'de oluşturuldu. Hâlihazırda Karabük Safranbolu'da Türk savaş sanatı merkezimiz var. Dünya federasyonu merkezimiz Safranbolu'dadır. Çok geniş bi' alan içerisine eski Türk mimarîsi tarzında kurulmuştur. İnşallah bi' gün oralara da gidip resimler çeker orda yagbuyla da röportaj yapma şansımız olur. Çadır mimarîsi Türklerin işte çok eski dönemlerden Hun çadırları, Uygur çadırları, göçebe çadırları görüp görebileceğiniz en güzel yerlerden bir tanesidir diyebilirim. Hem çalışma alanlarıyla hem okçuluk, ata binmek, ne bileyim açık alanda dövüş sporlarını yapmak, artı Türk kılıç sanatı yesukeni yapmak adına kurulmuş çok güzel bi'yer. Şu anda Safranbolu'da devam ediyor. Biz de Safranbolu'ya bağlı olarak yani yabgunun kontrolünde ve ona bağlılıkla Türkiye'nin değişik yerlerinde, gittiğimiz yerlerde okullar açarak bunu duyurmaya çalışıyoruz, tanıtmaya çalışıyoruz. İnsanlarımıza böyle bir şeyin var olduğunu ve bunu öğrenmelerinin çok elzem olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü neden; bizden bir şey. Bizim içimizden gelen bir şey ki yapmaya başladıktan sonra insanlar da şunu söylüyor: "Hocam biz bunu zaten biliyoruz. Bu hareketi biliyoruz." Ama o hareketlerin sistematik olarak uygulanmasını bilmiyor. Hareketinin ne olduğunu biliyor. Bu da çok hoşumuza gidiyor. Çok çabuk kabul edilebilir bi' şey. <br /><span style="color: red;">Türk savaş sanatı sayokanın terimlerini paylaşır mısınız?</span><br />Alplik dediğimiz şey; alp teşkilâtı Türklerde ahi teşkilâtının bir değişik versiyonudur. Savaşçı yetiştirmek adına kurulmuş teşkilâttır. Savaşçı olarak yetişmeye gelen herkesi bir alp olarak değerlendiririz. Kadınlarda bu almula olarak da adlandırılıyor. Alplerin başında mutlaka yetişmiş bu konuda yetkin ve eğitimli kişi olarak aybar bulunur. <br />Alpay savaşçı, komando anlamına gelir Türkçe'de. Yani bizdeki komando birliklerine eski Türklerde alpay birlikleri denirdi, komando birlikleri. Alpay benim komando geçmişimizden dolayı kendi kullandığım bi' isimdir. Federasyon tarafından uygun göründü kullanmama müsaade edildi ve ben alpay yani komando alplik okulu şeklinde.</div><div style="text-align: left;"><h2 style="text-align: left;">Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu</h2><span style="color: red;">Şimdi de <b>Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu</b> konusuna gelelim . Erzin'de sayokan eğitimi verme düşüncesi nasıl doğdu?</span><br />Burada akrabalarım, kardeşlerim benim bu işi yaptığımı biliyorlardı ve çok fazla istek vardı. <br />Yaklaşık bi' beş sene önce de Osmaniye'de Cebelibereket Okçuluk Kulübü'nün yardımlarıyla bir seminer verilmişti sayokan semineri. Yabgu ve diğer hocalarla geldik. Burada seminer verdiğimizde Osmaniye'de de istek olduğunu gördük.</div><h3 style="text-align: left;">"Bir Erzinli olarak önceliğim Erzin oldu"</h3><div style="text-align: left;">Ama ben Erzin'de büyümüş, Erzinli olan bir vatandaş olarak dedim ki; Erzin'e vereyim. Çünkü bizim gençliğimiz zamanında '85-'89 yıllarında burada bir spor salonu veya spor yapabilme imkânı yoktu. Çoğunluk olarak bildiğimiz bi' futbol vardı. Voleybol takımımız bile yoktu ya da voleybol oynayabilecek okul lise sahası dışında yer yoktu. Kapalı spor salonumuz yoktu. Erzin'de baktım bisiklet kulübü <i>(var)</i> çok hoşuma gitti yaptıkları. Dedim demek ki yapılabiliyor ve insanlar buna aç, ihtiyacı var. Ve deprem neticesinde de bu bölgede gençlerimize, çocuklarımıza, ailelere alternatif; en azından rahatlayabileceği, kendilerini rahatlatabilecekleri bir ortam sunmak adına Erzin'de açmaya karar verdim önceliği. </div><div style="text-align: left;">Daha önce de dedim işte arkadaşlarımın, kardeşlerimin, akrabalarımın çok fazla talebi vardı. Açarken de ben bu kadar beklemiyordum. Yaklaşık bi' 20-30 kişilik grupla başlarız düşüncesindeydim ama başvuruları gayet umduğumuzdan fazla. Biz de bu başvurular içerisinde 7 yaşla 15 yaş arasındaki çocuklarımızı, gençlerimizi ailesiyle beraber almaya karar verdik. Annesi, babası veya 18 yaşından büyük ağabeyi, ablası varsa onunla beraber almak istedik. Sebebi şu; büyük bi' felâket yaşadık burada. Tamam en az hasarla atlatan Erzin ama bu bina anlamında hasar. Onun dışında psikolojik anlamda çocuklarda ne gibi bir sorun bıraktı, ne gibi bir endişe yaratıyor ailelerde; bunu bilmediğimiz için ailelerle beraber gelmelerini istedik ki çocuklarımıza hem kendilerine öz güven sağlayabilmek hem spor yaptıkça kafalarındaki o kendi olumsuz düşünceleri atabilmelerini sağlamaya çalıştık. 15 yaşından büyükler için 70 yaşına kadar kendiler gelebilir. 15-18 yaşındaki gençlerimiz ailesinin dilekçesiyle gelip kayıt yaptırabilir. 18 yaşından büyükler zaten direkt kendisi başvurup bize kayıt yaptırdıktan sonra devam edebilir. </div><h3 style="text-align: left;">Sayokan Nasıl Yapılır?</h3><div style="text-align: left;">Gösterdiğimiz eğitimlerde bedeni kullanma, bedenin doğal silâhlarını öğrenme; bunları nasıl uygulaması gerektiğini veya el teknikleri, ayak tekniklerini nasıl arkası arkasına kullanacak veya hangi zamanda nasıl birbiri ardına ekleyecek; bunları öğretmeye çalışıyoruz. Güzel bir eğitim süreci. Yaklaşık bir ay oldu ve şu an ellinin üzerinde öğrencimiz var. </div><h3 style="text-align: left;">Yeni Dönem Sayokan Kurs Kayıtları</h3><div style="text-align: left;">Yeni grup için de ön kayıtları almaya başladık. Ramazandan sonra muhtemelen kayıtlarımız dolarsa bu grubu da yeni açacağımız grubu da 40 kişiyle sınırlandırmayı düşünüyoruz. Ha talep olursa yine farklı gruplar açmayı düşünüyoruz. <br /><span style="color: red;">Bir dönem kaç hafta sürüyor?</span><br />Şimdi dönem şöyle; 25, hatta 30 yaş üstü büyüklerde herhangi bir müsabakaya katılma zorunluluğu olmadığı için... kendini spor yaparken evlâdıyla veya küçüklerle beraber gösterebilmek adına ve sağlığını spor yaparak kazanmak adına onlarda müsabakaya yönelik bi' çalışma yapmıyoruz. Onlar kendini korumayı öğreniyor. Sokakta veya iş yerinde yani güvenlikçi arkadaşlarımız olabilir, polis, asker arkadaşlarımız olabilir. Onlar kendini korumayı öğrenecek. Bu eğitim yaklaşık 216 saat sürüyor. Yani 108 saat içerisinde biz kendi kendine yetebilecek seviyede kendini korumayı öğretecek seviyeye gelmesini hedefliyoruz ve bunu da başarıyoruz, taahhüt ediyoruz. <br /><span style="color: red;">Haftada üç gün. </span><br />Haftada iki gün. <br /><span style="color: red;">İki gün mü?</span><br />İki gün. <br />Üç gün isteğe bağlı olarak üç gün yapabiliyoruz ama şu anda üçüncü günü iptal ettik. Hem salonun yeterli kapasitesi yok hem de talep hafta sonu üzerinden. Hafta sonu da üç ders üst üste yapamayız. Çünkü bedeninizi kullanarak yaptığınız bi' şey. Ekstra bi' alet falan kullanmıyorsunuz ama bedeni kullanmak gerçekten yorucu oluyor belirli bir zaman sonra. Tabi zamanla alışacak insanlar ham. Vücut hamlığı da var. Bu hamlık gittikten sonra bakacağız. <br /><h2 style="text-align: left;">Sayokan Kuşakları</h2><span style="color: red;">Bu saatten sonra başlamış bir eğitime bir ay sonra katılabilir miyiz?</span><br />Çok zor. <br /><span style="color: red;">Öbür dönemi beklemek gerekiyor.</span><br />Mutlaka beklemek zorunda. Şöyle; biz her derste aynı şeyi tekrar etmiyoruz. Her ders üzerine koyarak ilerliyoruz. Dönemlerimiz dörder aylık. Dört sonra gençlerimizi bi' kuşak sınavına tabi tutacağız. Bu yeni başlayan grup ilk kuşağını aldıktan sonra ikinci kuşak seviyesine çıkmak için. Yani bizdeki kuşak seviyeleri mavi, sarı, <br /><span style="color: red;"><b>Sayokan kuşakları </b>hakkında bilgi verir misiniz?</span><br />Dört renkli kuşak olmak üzere bizim burada alplik okulunda vereceğimiz dört kuşak var: <u>Mavi, sarı, kırmızı ve siyah renkli. </u><br />Siyah kuşak için federasyonun belirlediği tarihlerde, federasyonun belirlediği yerde diğer illerdeki hocalarımızın da katılımıyla yaklaşık dokuz kapıdan geçmek zorunda alplerimiz. Bu dokuz kapıdaki soruları ve teknikleri uyguladıktan sonra dokuz kapının bitiminde değerlendirme neticesinde 70 puan üzerinde alan herkes siyah kuşak birinci san tuyun ünvanı. 18 yaşından önce siyah kuşak vermiyoruz gençlerimize. 18 yaşını doldurmuş olması gerekiyor. <br />18 yaşından sonrası için yine kuşak bekleme süreleri var. İşte birinci sandan ikinci sana geçerken 3 sene, ikinci sandan üçüncü sana geçerken dört sene gibi sürelerimiz var. Bu süre içerisinde de eğitimler devam ediyor. Yani bu ömür boyu süren bir eğitim. Fakat eğitimin boyutları insanın tamamen yeteneğiyle ve zihniyle alâkalı. </div><div style="text-align: left;">Ben şuna inanıyorum; "yapamam, oldum" ya da "tamam, yeter" dediğiniz anda yeni bir şey katamazsınız. Çünkü olmakla ölmekle arasında sadece iki nokta var. O harfin üzerine iki nokta koyduğunuzda: "öldüm." Ölen bi' insana bi' şey öğretemezsin. "Oldum" diyen bi' insana da bi' şey öğretemezsiniz ki ben şu anda siyah kuşak beşinci san seviyesindeyim. Ben daha oldum diyemiyorum. <br /><span style="color: red;">Peki meselâ 35 yaşından sonra biri; "iki sene, dört sene, beş sene" diyor ya, onları aşma şansı veriyorsunuz değil mi?</span><br />70 yaşında başlayıp şu anda siyah kuşak üçüncü san sabutay seviyesinde olan katılımcımız var Ankara'da. <br />Yani daha önce bana bunu da çok sordular: "Kimler yapabilir?" <br />Kendine güvenen, "Ben Türk'üm" diyen, "Ben bunu öğrenmek istiyorum, ben de katkı sağlamak istiyorum kendi sporumuza, kendi savaş sanatımıza" diyen herkesi bekleriz. "Yapamam" gibisinden şeylere de diyorum ki; meselâ askeriyede mayında ayağını kaybetmiş bi' arkadaşımız vardı, o yaptı tek ayağıyla. Protez bacakla ve siyah kuşak oldu. Veya 70 yaşında başlayıp şu anda üçüncü san olan var.<br /><span style="color: red;">Sayokanda sizin gibi ustalaşabilir mi bi' insan düzenli antremanlar yapsa bi' senede?</span><br />Ben 2002 yılında başladım. 31 yaşındaydım. <br /><span style="color: red;">Ondan önce?</span><br />Yani askeriyenin verdiği siyah kuşak kareteciydim veya tekvandoya çalışmıştım. </div><div style="text-align: left;"><h2 style="text-align: left;">Sayokan Eğitimi</h2><h3 style="text-align: left;">Deneyimsiz Kişiye Yazılmamış Defter Kâğıdı Örneği </h3><span style="color: red;">Benim hiç tecrübem yok meselâ.</span><br />Çok daha iyi... Ben başka bi' branştan, başka bi' dövüş sporundan gelip de, "Ben Türk savaş sanatı yapmak istiyorum" diyen öğrenciyle uğraştığımdan daha az uğraşacağım senle. <br />Şöyle anlatayım; bir defter kâğıdı düşün. Defter kâğıdını alıyorsun eline; bembeyaz, bomboş bi' sayfa. Ne yazarsan onu okuyacaksın. Okunaklı okursan okunaklı okuyacaksın ve doğru yazarsan doğru olacak. Ama şimdi sen diyorsun ki meselâ ben filân dövüş sanatını yaptım, filân dövüş sisteminden geliyorum. E bu demektir ki bu deftere bi' şeyler yazılmış. Şimdi ben onu sileceğim, sildikten sonra bastırarak yazdığın için de orada izi kalacak. Şimdi yeni yazacağım şeylerle eski yazdığım şeyler birbirine karışacak. Okunaklı bi' yazı olmayacak. Tekniğin karışacak. Benim sana vermeye çalıştığım teknikle onlardan öğrenmiş olduğun teknik çatışacak. Bu çatışmayı sen ne kadar çabuk halledersen, ne kadar çabuk Türk savaş sanatına adapte olursan o zaman biraz daha tekniğini düzelteceksin.<br />Ben bu branşa başlarken sayokanda şöyle bi' şey vardı: başka bi' branştan geldiğinde branş belgelerini gösterirsin, "İşte ben şu kuşaktayım, bu kuşaktayım" <i>(dersin)</i> O belgelerin üzerine sana hoca hem temel teknikleri verir hem de onun üzerine katacak teknikleri vererek senin o belgenin sayokanda değerlendirir. Der ki: "Siyah kuşakmışsın, emeğin zayi olmasın. Üç aylık bir yenileme eğitimiyle siyah kuşakla devam et" ama ben siyah kuşağımı tamamen yırttım. Dedim ki: bu farklı bi' sistem, farklı bi' sistem. Yani bu sistemle bu sistemi birbirine karıştırmak istemiyorum. Dolayısıyla ben sıfırdan başladım. <br />Sen şu anda sıfırdan başlayacağın için de çok daha avantajlısın, başka bi' branştan geçene göre.<br />Bu sporu yaparken meselâ erkeklerle kadınlar arasında bile fark görüyorsun. Neden fark görüyorsun? Erkek çocukları mahallede arkadaşıyla top oynadığından dolayı bi' tekme vuruşu var veya işte kavga etmiştir arkadaşıyla, çok fazla dövüş filmleri izlemiştir. Bruce Lee hayranıdır, Jet Lee hayranıdır. Bunların teknikleri hafızasında yer etmiştir ama kızlar böyle dövüş sporlarına yönelik bir şey izlemezler. Bi' boks ya da karate, tekvanda maçı izleyen bir bayan göremezsin, çok nadirdir. Onların zihinleri daha temiz kavgaya karşı. E kendini korumayı öğrenmek dediğimiz zaman da boş bi' sayfaya yazı yazmak gibi düşün. Sıfırdan başlıyorsun. Düzgün yazarsan, doğru yazarsan, okunaklı yazarsan yıllar boyunca saklarsın. Ama yok, "ben bunu yazdım, işte bundan vazgeçtim, sileyim, yenisini yazayım" dediğin anda o zaman karışık kuruşuk olur.<br />Ha büyüklerde şöyle bi' şeyimiz var: büyüklerde beyaz kuşakla başlar. Yaklaşık sekiz aylık bi' eğitimden sonra dört renkli kuşak dediğimiz kuşağa geçer. Orada toralp olur, sonrasında bi' sekiz aylık eğitim yani 108 saatlik ikinci eğitimi tamamladıktan sonra siyah kuşak sınavına girer. <br />E büyüklerin en son ulaşabileceği nokta neresi dersen; eğer alagan alplik yani müsabakaya yönelik alplik eğitimi de alırsan onunca sana kadar ilerleyebilir ama "alagan alplik almayacağım ben, sadece kendimi korumak için istiyorum" diyorsa o zaman siyah kuşak ikinci sana kadar eğitimlerini tamamlamış olur ve artık kendini bire çok kişiye karşı; bak bire birden bahsetmiyoruz şimdi müsabakayla sokak farklıdır. </div><h3 style="text-align: left;">Sayokan Sokakta İşe Yarar mı?</h3><div style="text-align: left;">Sokakta bi' insanla istediğin kadar anlaşmalı dövüş yani "anlaşalım bak delikanlıca dövüşeceğiz, sopa yok, bi' şey yok" desen bile belirli bi' zaman sonra hiçbir şey bulamazsa taş bulur yerden. Sana güç yetiremeceğini düşünürse taşla saldırır. Ama müsabakada belirli koşullar vardır; nerelere vuracağından tut, hangi vuruşların yasak hangi vuruşların serbest olduğuna varıncaya kadar... Örnek; sokakta kafa atabilirsin ama müsabakada kafa atamazsın. Sokakta tutabilirsin, boğabilirsin, sarılabilirsin ama müsabakada bunları yapamazsın. İşte bu kurallar çerçevesinde 7 yaşından 18 yaşına kadar müsabık olarak yetiştirdiğimiz gençler hepsini bilmekle beraber müsabada uygulayacağı teknikler üzerine ağırlık verecek. Ha sokakta yine kendini koruyabilecek, fakat büyüklere verdiğimiz eğitimde müsabakaya yönelik eğitim vermeyip sokakta kendini koruyabileceği şeyleri vereceğiz. Önce çıplak elle herhangi bi' saldırı yani elde herhangi bi' şey yokken, çıplak elden kastımız herhangi bir materyal; sopa, bıçak, taş falan filân yokken kendini nasıl koruyacak onu öğrenecek, sonra sopalı saldırıya, bıçaklı saldırıya karşı kendini nasıl koruyacağını öğreteceğiz. E bu saldırılarda sarılmalar var, tutmalar var, ne bileyim kafa atmalar var, tekme atmalar var. Hatta şöyle bi' şey; biz buna bi' standart getirip de, "işte şu saldırıya karşı şöyle" demiyoruz, "sen olsan nasıl saldırırdın" diyoruz. Onların kafasında veya daha önce başına gelmiş tecrübelerden. "İşte hocam ben şöyle bi' kavgaya şahit oldum" veya "bana şöyle saldırdılar" gibi gelen saldırılara karşı neler yapabileceğini de öğretiyoruz. Dolayısıyla büyüklere yönelik programda kendini sokakta sadece bire bir değil, bire çok kişiye karşı nasıl savunacağını öğretiyoruz. Bu işin stratejik boyutu var, bu işin teknik boyutu var. </div><div style="text-align: left;"><h3 style="text-align: left;">Sayokan Teknikleri</h3>Teknik dediğimiz; vuruşları nasıl yapacak onu gösterirsiniz. Elin duruşu nasıl olacak, kolun duruşu nasıl olacak ama strateji dediğimizde iki kişiyle karşılaştığınızda hangisini önce karşılayacaksınız veya hangisi önce saldırabilir ya da hangisinin önce saldırmasını istiyorsun; ona öyle bir stratejik yaklaşacaksın ki o arkadaşı saldırıya yönlendirmek için baktın bunun elinde farklı bi' şey var veya bu daha sana ters göründü, onu karşına aldığında başlangıcı onunla yapıp, onu ekarte edip sonra buna dönebilirsin veya bununla başlayıp ona dönebilirsin. Müsabaka değil bu sokakta kendini korumak. Bu kapkaça karşı olabilir, saldırganlık sadece soygun olarak düşünmeyin. <br />Ben burada kadınlara, kızlara daha çok önem veriyorum çünkü erkek bi' şekilde kendini koruyabilir ama bir kadına sarkıntılık yapıldığında veya bir kadına tacizde bulunulduğunda kadın kendini nasıl savunacak? Toplumumuzda kadın cinayetleri maalesef gündemimizden düşmüyor. Türk insanı kadına bunu yapmaz. Bunu yapanların ben Türklükle alâsı olmadığını düşünüyorum. Türk insanı mazluma vurmaz, kadına vurmaz, çocuğa vurmaz, yaşlıya vurmaz ama maalesef toplumuzda şu anda öyle bi' güruh var ki karşısında kim olursa olsun, kendini bir yok etme makinasıymış gibi görüp her şeyi kendine hak görüyor. İşte böylesi insanlar için de bu cür'eti gösteren insana yapacağınız bir hareket onun bir daha başka bir mazluma veya masuma bulaşmasını engelleyecektir. "Haa bak hiç ummadığım adamdan dayak yedim, başka birine daha bulaşırsam o da yapabilir aynısını" diye en azından onun elini ayağını düz tutmasını sağlayacağız. <br />Bizim amacımız bu yani toplumda öyle hayt huytla, kaba kuvvetle, bağırmayla, küfürle kimse kimseyi sindiremez. En nefret ettiğim şeylerden bi' tanesi küfürdür. Neden? Türkçeniz bitmişse, kelimeleriniz yetmiyorsa, kelime dağarcığınız yoksa küfür koyuyorsunuz. Artık gençlerimizde şunu görüyoruz. Noktalama işareti kullanmıyorlar. Takk! bi' tane küfürü yapıştırıyor oraya. Konuşuyor konuşuyor "ya sen ne diyorsun biiip" arkasından bi' küfür. Ya diyorum neden? Yani bunda toplumun her kesiminin suçu var. Büyüklerimizin var, gençlerimizin var, küçüklerimizin var, herkes, öğretmenlerimizin var, ne bileyim esnafımızın var, yöneticilerimizin var, var yani. Üslûbumuza dikkat etmiyoruz. Dilimizden çıkana dikkat etmiyoruz. Oysa Türkçemiz o kadar zengin, güzel, o kadar zengin bi' dil ki. Her türlü derdimizi anlatabiliyoruz. <br />Bundan yüzyıllar önce yazılmış Hoca Ahmet Yesevî'nin "Hikmetler"ini okuduğunda çok daha rahat anlayabiliyorsun. Yunus Emre okuduğunda anlayabiliyorsun. Bak yüzyıllarca önce yaşamış insanlar. <br />Türkçe dilimiz aynı zamanda bayrağımız. İşte Türkçeyi kullanacağız, Türk gibi düşüneceğiz, Türk gibi yaşayacağız, kendi örf âdetlerimizi, kendi toplum yapımız içerisinde uygulamaya devam edeceğiz ve Türk olduğumuzu unutmayacağız. Çünkü biz unutturulmaya çalışılıyoruz. Türk olduğumuzu unuttuğumuz anda ülkemiz de elimizden gidecek, özgürlüğümüz, bağımsızlığımız, her şeyimiz elimizden gidecek. Türk gibi yaşamamız lâzım. Türk gibi düşünmemiz lâzım. Konuşurken de Türkçemize sahip çıkmamız lâzım.</div><div style="text-align: left;"><h2 style="text-align: left;">"Sayokan derneği kurmak istiyoruz"</h2><span style="color: red;"><b>Sayokan Alplik Okulları</b> nasıl bir ortam? Bu okullarda neler yapılır?</span><br />Meselâ biz burada alplik okulumuzu açtığımızı söyledik ve aslında sayokan dernekleşme yoluyla ilerleyen bir sistem. Dernek kurulur; sayokan derneği. Meselâ Erzin'de bu derneği kurduğumuz zaman dernek yönetimi hocayla, hoca dediğimiz tagutaylarla irtibata geçip ders verilmesi konusuna el atabilir. <br />Bunun dışında insanlara sosyal olarak ne verebileceğimizi düşünüyoruz. <br />Ben şöyle düşünüyorum; burası sosyalleşme ve ailelerin sosyal olarak bir arada olması için çok uygun bi' yer. Yaz geldiğinde denizimiz var. Gideriz denizde kamp yaparız. Ha belediye eğer bize önayak olur da yardımcı olursa, belediyenin tesislerinde gençlerimizle beraber çadır açarız bi' hafta sonu veya hafta içi müsait oldukları bir zaman. Gençlerimizle hem orada spor yaparız hem beraber sohbetler ederiz, şarkılar söyleriz, güleriz, eğleniriz. <br />Ailelerle çocukların bir arada olması şunu gösterir: çocuk annesinin babasının zorlandığı yerde, terlediği yerde, artık vücudunun sınırlarını zorladığı yerdeki tavrını örnek alır. Çocuk her zaman büyüğünü örnek alır. Şimdi en ufak bi' zorlanmada bırakıyorsa veli, çocuk da bırakır. Ama çocuğuna örnek olmak isteyen herkes, şuna inanıyorum ki çok daha iyisini yapmaya çalışacak. İşte ben tek başıma eğitim vermekten yana değilim. Ben bunu federasyona da kabul ettirdim, federasyon bunu çok benimsedi. "7 yaşla 15 yaş arasındaki gençlerimize ayrı sınıf açayım da çocuklarla ilgileneyim"; kreş gibi bi' hava değil. Aile ortamı; annen de yapıyor, baban da yapıyor; çocuk onları gördüğü zaman daha çok istekle yapıyor. Çünkü annesi de, babası da yapıyor. Demek ki bu gerekli bi' şey. Bak annesi güzel yapıyor, o daha güzel yapmaya çalışıyor gibi.<br />Yani sosyalleşme adına biz beraber geziler yapmayı düşünüyoruz. <br />Ne bileyim; Safranbolu'ya gidip sayokan merkezini görelim, ordaki yabguyla tanışalım, ordaki alplerle beraber antreman yapalım. Sayokan genel merkezimizde at çiftliğimiz var, ata binelim, orda çadırlarımız var, çadırlarda kalalım. <br />Ne bileyim; yani kültürümüzü, farklı yörelerimizdeki kültürlerimizi de tanıyalım. Birbirimizle tanışalım, konuşalım. <br />Şu anda Türkiye'deki alplik okulları yanında bir de yurt dışında da alplik okullarımız var meselâ Azerbaycan'da, İran'da, Nepal'de, Almanya'da, Amerika'da gibi. Oralara gittiğimiz zaman da biz kalacak yer veya bize kim yardımcı olacak diye düşünmüyoruz. Arıyoruz, diyoruz ki; "Hocam ben geliyorum, burdan bi' emrin bi' isteğin var mı?" Gidiyoruz onlar bize hem rehberlik yapıyor, hem misafir ediyor. Ha "misafir etsin ben ucuza geleyim" anlamında değil. Bana oraları tanıtıyor, önayak oluyor. <br />Diyor: "İşte şunu yapabiliriz, şurayı gezebiliriz veya şöyle bi' faaliyet yapabiliriz." <br />Her türlü yardımda bulunuyor. <br />Bir aile ortamı kurmaya çalışıyoruz. Toplum olarak birbirimizle iletişim kurmaya çalışıyoruz. Yani Erzin'de sayokan alplik okulu derneği olursa bu derneğin aldığı kararlar doğrultusunda yazın yaylaya gidip yaylada kamp yapabiliriz, antreman yapabiliriz, dağ yürüyüşleri veya doğa yürüyüşlerine gidebiliriz, denize gidip orada bulunabiliriz. Ne bileyim; yüzme kursuna başvurup gençlerimize yüzme öğretebiliriz. Bu bi' temeldir. Savaşmayı öğrenecek. Kendini korumayı öğrenecek ama diğer branşlarda da devam edecek.</div><div style="text-align: left;"><h2 style="text-align: left;">Sayokan Öğrenme Şartları</h2><h3 style="text-align: left;">Karne İyi Olacak</h3>Sonra en büyük şartlarımızdan bi' tanesi: çocuklarımızın dersleri iyi olacak. Dersleri zayıf, karnesinde zayıf olan bir öğrenciyi ben derse almıyorum. Çünkü önceliği onun okumak. Bu topluma, bu millete okumuş, başarılı insanlar lâzım. Karnesi zayıf gelmediyse o zaman onu mükâfatlandırmak için kitap hediyemiz var. Onu da bırakın, çocuk yanımıza belirli bi' zaman sonra, yeni başladığımız için bu atılımları yeni yapıyoruz, bir iki ay geçtikten sonra çocuklarımıza kitap vereceğiz. Yazacağız hangi çocuğumuza hangi kitabı verdiğimizi. O kitapların hepsini okuması için dönen bir sistem yapacağız. Sonra kitaplarımızı toplayacağız, diyeceğiz ki: kaç tane kitabımız var? 100 tane. Bu kitapları herkes okuduktan sonra belki kütüphaneye bağışlayacağız belki biz de kendimiz kütüphane kuracağız. <br />Kültürümüz dediğimiz zaman yani şurada düşünün bi' eşkili çorba, bi' toğga bizim kültürümüz değil mi? Diyeceğiz ki: hafta sonu hadi hep beraber eşkili çorba içeceğiz. Kazanları koyacağız, yapacağız, oturacağız, içeceğiz. Çocuklarımıza o kültürü vereceğiz. <br />Ben çocuklara şunu da söylüyorum: "Annenizin babanızın size yedirmediği şeyi yemeyeceksiniz. Beslenmeniz düzgün olacak. Peynir, süt, yumurta. Aileniz size kahvaltıda ne çıkarıyorsa mutlaka yenecek. 'Ben bunu sevmiyorum' diyen lütfen sayokana gelmesin." Çünkü hiçbir anne baba inanıyorum ki çocuğuna zararlı bi' şey yedirmez. Hamburger seviyor çocuk; anne hamburgeri evde yapabilir. Pizza seviyor; pizzayı da anne evde yapabilir. Evde yapamıyorsa kontrollü bi' şekilde ayda bir olur, iki haftada bi' olur. Hiç fark etmez. Odan derli toplu olacak. Dersleri zamanında bitireceksin. Ne bileyim dişlerini fırçalayacaksın. Yardım edeceksin annene, yemeklerini yiyeceksin ve kurallara uyacaksın. Çünkü savaş sanatı dediğimiz şey kurallar bütünüdür. Kurallara uymadığın zaman o savaşı kaybedersin. Savaş her şeyde, her yerde. Sen de şu anda bi' savaş veriyorsun. Bi' yaşam savaşı veriyorsun, devam eden süreç var. Biz de bi' yaşam savaşı veriyoruz. Herkesin savaşı farklı görünse de neticede savaş var ortada. İşte bu savaş esnasında masumlara zarar vermeden kendi mücadelemizi ne kadar doğru ne kadar başarılı yapabiliriz? Bi' de bu var. Bunu öğretmeye çalışıyoruz yani biz bi' kültürleşmeden yanayız. Bu kültürü oluşturmakla ilgiliyiz. <br /><span style="color: red;"><b>Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu</b> nerede?</span><br /><b>Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu</b> merkez olarak herhangi bi' merkez okulumuz yok ama çalışmalarımızı Gençlik İlçe Spor Müdürlüğü'müzün basketbol sahasında yapıyoruz. Sağ olsun Hanifi müdürümüz <i>(Demirkıran)</i> önayak oldular. Bize seans verdiler oradan. Haftada iki gün, günde iki seans olmak üzere orda çalışmalarımızı yapıyoruz. Cumartesi ve pazar günleri dörtle altı arası öğlen sonu. <br /><span style="color: red;">Yeni dönemin başlama tarihi belli mi?</span><br />Tamamen isteğe bağlı. <br />Şu anda yaklaşık bi' 8-10 kişilik bi' talep var. Bu talep kırkı bulduğu zaman tekrar yeni bi' grup açmayı düşünüyoruz. Kırkın üzerine çok çıkmak istemiyoruz. Kırkın altında da çok kalmak istemiyoruz. Çünkü bırakanlar olabiliyor, gelmeyenler olabiliyor. Dolayısıyla ders anlatırken 3-5 kişi yerine en azından bi' 30 kişi, 40 kişi çok rahat ders görebiliriz. Hem insanlar sıkılmaz hem de birbirlerine bakarak kendi hatalarını düzeltme şansları olabilir veya benim yetişemediğim yerde orada olan bir olumsuzluğu giderebilirler. <br />Birbirleriyle etkileşim olsun, bi' de kaynaşma olsun, tanışma olsun. <br />Eskiden mahalle kültürümüz, aile kültürümüz vardı. Şimdi apartmanlar dikilmeye başladıktan sonra kimse kapıyı çalmaz oldu birbirinin. <br />Biz istiyoruz ki yani gidiş gelişler olsun, tanışmalar olsun, komşudan haberimiz olsun. Bir arada olalım. Aynı işi yapan insanlar tanışıyor, aynı sokakta olan insanlar tanışıyor veya aynı sülâleden gelen insanlar tanışıyor. Ama çok daha farklı kesimlerden insanlarla tanıştığımızda çok daha büyük büyük zenginliğe eriyorlar. <br /><span style="color: red;">Hocam siz eğitim verecek seviyeye gelene kadar kendinizi geliştirmek için neler yaptınız?</span><br />Şimdi şöyle; bi' kere savaş sanatına girdikten sonra biraz da askeriyenin verdiği, asker olmamızın verdiği bir şeyle biz olaya biraz daha savaşçı yönüyle baktık. Teknikleri uygulama yönünden, görev gereği uygulamak durumunda kaldığımız durumlar oldu. Bu durumlarda o tekniklerin bize katkı sağladığını, gerçekten işe yaradığını gördük. <br />Bunun dışında Türk Silâhlı Kuvvetleri içerisinde de ben sayokan eğitimleri verdim. Bu da bana katkı sağladı, çok daha fazla öğrenciye; yaklaşık 12 binin üzerinde öğrencim oldu. Yani 12 bin rakamı da çok ciddî bi' rakamdır. 12 bin öğrencinin vücut yapısı farklı, hareketleri farklı, daha önceki bilgi görgüsü farklı, yetiştiği aile farklı, yetiştiği ortam farklı. Yani Türkiye'nin her ilinden olduğu gibi yurt dışından gelen öğrencilerim de vardı: Azerbaycan'dan, Kırgızistan'dan, Kazakistan'dan, Bosna Hersek'ten, Arnavutluk'tan, Makedonya'dan, Gambiya'dan, hatta Çin'den gelenler vardı. <br />Israrla dediler ki: "Çinlilere de öğret." <br />Dedim: "Onların savaş sanatı var. Onlara öğretmeyeceğim." <br />Ve Çinlilere göstermedim meselâ. Bu biraz daha kendi milletimize özgü olduğu için bizde kalsın istiyoruz. Ha öğrenemezler mi? Öğrenebilirler. </div><div style="text-align: left;"><h3 style="text-align: left;">Türk Bayrağı Diğer Bayrakların Üstüne Asılacak</h3>Amerika'da bir alplik okulumuz var. Amerika'daki alplik okulumuzda olmazsa olmaz şartlarımız şu bizim: bir tane Türk bayrağı olacak. En üstte o asılacak. Bütün komutlar, sayokanla ilgili öğretilecek bütün teknikler Türkçe adla öğretilecek. Yumruk diyorsak o da yumruk diyecek. Tekme diyorsak o da tekme diyecek. Omca diyorsak o da omca diyecek. Yani tekniğin açıklamasını Türkçe yapacak. "Ben Amerikalıyım, Amerikan bayrağı asmak istiyorum" diyorsa Türk bayrağının aşağısına daha küçük bir Amerikan bayrağı asabilir. Ona engel olmuyoruz. Veya İran'da önce Türk bayrağı asacak, yanına İran bayrağı asacak. O değişmez kural. Çünkü bu Türklere özgü, Türkler tarafından bulunmuş bir savaş sanatıysa, nasıl ki bizimkiler burada Kore bayrağı, Çin bayrağı, onların ustalarının önünde nerdeyse secdeye yatar şekilde bir selâmlama yapmak zorundaysa o sporun gerekliliği, biz de Türklerin verdiği selâmı, Türklerin verdiği değeri herkesin vermesini anlatmaya çalışıyoruz. <br />Diyoruz: "Bu bi' kültür hareketi, kültürleşme hareketi." <br />Türk kültürünü tanıtıyoruz, Türk savaş kültürünü tanıtıyoruz. <br />Az önce MMA dedin meselâ. MMA'i izlediğin zaman görüyorsun. Her türlü vuruş var. Maksat galip gelmek. Ama biz ısrarla diyoruz ki: Evet galip gelmek bir hedeftir ama galibiyete giden her yol mübah da değildir. Bi' kuralı, bir saygısı, bir saygınlığı olmalı. Ha sokaktaysa benim hayatta kalmam için gereken ne varsa yaparım. Amacım hayatta kalmak. Bana saldıran kişinin haklı olma ihtimali yok. Çünkü benim öğrencilerime de anlattığım şey şu: durduk yerde hiç kimseye saldırmak gibi bi' gerekçen olamaz. Haklı bi' sebebin varsa başvurman gereken yerler vardır. Ha başvuru yaptığın hâlde sana saldırı yapıyorsa bu sefer saldırı başladığı andan itibaren kendini korumak meşru hakkın. Meşru müdafaa hakkını kullanırken de o dozu çok iyi ayarlaman lâzım. Meşru müdafaa dediğimiz şey, saldırıyı def edecek kadar; işte kendi canını koruyacak kadar veya kendi vücut bütünlüğünü koruyacak kadar karşı tarafa şiddet uygulayabilirsin. Yasalar çerçevesinde. Yani biz bunu öğrettiğimiz zaman hadi saldım çayıra Mevlâm kayıra şeklinde değil; hayır. Biz öğrencilerimizi de takip ediyoruz, öğrettiğimiz kişileri de takip ediyoruz. Toplum içerisindeki duruşunu, tavrını, hareketlerini rahat rahat kontrol etmek istiyoruz. O yüzden ailelerle beraber gelsinler istiyoruz. O yüzden istiyoruz ki gençlerimize sadece bir vuruş yapmayı, tekme kullanmayı, yumruk kullanmayı değil, kitap okumayı da öğretelim. <br />Ha öğretmenlerimiz içerisinde meselâ gelip de, "Hocam işte benim çocuğum filân kursa da giden" diyenler de oluyor veya aileler içerisinde... Gidebilir. Her türlü kursa açığız. Sanatsal faaliyete açığız; müzik, resim, heykel yapabilir. Hiç problem değil. <br />Veya ne bileyim; "Ben futbol oynamak istiyorum, basketbol oynamak istiyorum. Sayokandan kalan zamanımda bu sporları da yapmak istiyorum." <br />Yapabilir. Hiçbir sıkıntı yok. Yeterki doğru hocanın elinde, doğru yerde, doğru şekilde yapsın. Kendini sakatlamayacak şekilde bilinçli yapsın. Bilinçli yapılan her şeye açığız. <br />Ama gidip de işte, "Hocam ben buradan sonra işte eve gitmiyorum, haytalık yapıyorum" gibisinden bi' öğrenciyi gördüğümüzde diyoruz ki; "Hayır, burdan sonra doğru evine gidiyorsun, annenle babanla beraber. Bak kontrol ediyorum."<br />Sonra geldiği zaman takip ediyoruz çocukları. <br />Meselâ ailelere sorduğumuz şey: bu hafta derslerini yaptılar mı? Okula gidiş gelişte herhangi bir sıkıntıları oldu mu? Yeme içme konusunda bi' sıkıntı var mı?"<br />Aile meselâ geliyor diyor ki: "Hocam benim çocuğum yumurta yemiyor." <br />Şimdi bunu çocuğun yumurta yemesi lâzım, doğru beslenmesi için. Bunu ailenin söylemesiyle bizim söylememiz arasında fark oluyor. <br />Biz diyoruz ki: "Bak ben de yumurta yiyorum. Senin de yemen lâzım, çünkü kaslarının kuvvetlenmesi ve büyümen lâzım. Ama kasların kuvvetlenip büyümeden bu sporu yapabilir misin? Yapamazsın. Bak diğerleri senden öne geçer. Onlar daha güzel yapar ama sen yapamazsın. Bu sefer üzülürsün."<br /> Çocuklara bi' kıyaslama şansı sunuyoruz. Bu bi' yarış ama tatlı bi' rekabet. Onu yapmaya çalışıyoruz yani. Çocuklar, "Ben de yapıyorum, ben de yapıyorum" diye birbiriyle yarıştıkça biz daha çok hoşumuza gidiyor. Bu da güzel bi' ortam yaratıyor. </div><div style="text-align: left;"><h2 style="text-align: left;">"Sayokanla güvendesin"</h2><span style="color: red;">Bir dövüş sanatı öğrenmek insana fiziksel ve ruhsal olarak neler kazandırır?</span><br />Şunu kazandırır: şarj seviyesinin %100 olduğunu düşün telefonunun. Kapıdan dışarı adım attığında bu seviyen %70'e düşse ne yaparsın? Endişelenirsin. "Ya %100'dü bir anda adım attım %70'e düştü. %30'luk bi' kaybım var."<br />Şimdi toplumumuzda meselâ kadın cinayetleri veya sarkıntılık, tecavüz, taciz gibi olaylar... büyükşehirlerde çok daha fazla oluyor. Sokağa adımını attığın anda o kaygılar seni boğmaya başlıyor: "Ya biri saldırırsa, ya başıma bi' şey gelirse?" <br />Enerjini düşürüyor. <br />Ama sayokan öğrendiğinde, kendini korumayı öğrendiğinde kendine bi' öz güven sağladığın zaman bu sefer diyorsun ki: "Güvenlik kaygım yok." <br />O %30 enerjiyi otomatikman tekrar vücuduna katıyorsun. Hanende şu anda %100 enerjiyle yola çıkıyorsun. Okula gidiyorsan, okulda o %100 enerjiyi kullanıyorsun. İşe gidiyorsan %100 enerjiyi kullanıyorsun. Kendine öz güven sağlayan, kendini korumayı bilen insan %100 kapasiteyle her şeye ulaşır. Çünkü öyle bi' endişesi yoktur, öyle bi' kaygısı yoktur. <br />Düşünebiliyor musun yani? Ailelerimizin en büyük endişelerinden bi' tanesi. Bizim de çocuklarımız var. Üniversite okudular. Ha Erzin'de meselâ üniversite yok, bi' hukuk fakültesi veya tıp fakültesi yok. En yakın gidebileceğin yer Adana. Diyorsun ki, "Ya çocuğum şimdi Adana'da n' ağaptı? Acaba başına bi' şey geldi mi?"<br />Aile de endişe duyuyor.<br /><span style="color: red;">Dün <i>(cuma günü)</i> arkadaşımla yürüyorduk. Akşam yağmur durmuşken yürüyüş yapalım dedik. O Hürriyet Okulu yok mu İskenderun'a giden. Ordan aşağı inerken karşı kaldırımdan genç bi' kızın geldiğini gördük. Dedi ki arkadaşım: "Bu saatte bu kızı nasıl böyle bırakmış ailesi" dedi. </span><br />Endişeyi görüyor musun? <br />Yani hiç tanımadığı hâlde. <br />Ya bak bu bi' endişe. Neden? Toplumun içinde bulunduğu durumu görerek endişeleniyor. Haklı bi' endişe.<br /><span style="color: red;">Yani meselâ o kız bilse böyle sayokanı, boksu falan. Belki biliyordur bile.</span><br />Kızı tanımadığımız için, kızın ailesini bilmediğimiz için şu anda bir ön yargıda bulunuyoruz bir nevi. Belki kız gerçekten kendini korumayı biliyordur veya ailesi gerçekten kızın kendini korumayı bildiğini bildiği için güveniyordur veya evi yakındır oraya gidiyordur, olabilir. <br />Söylemek istediğim şey şu: üniversite ortamı dediğimiz; çocuklarımızı kendimizden uzak bi' yere göndermek zorunda kaldığımızda duyduğumuz kaygıdan bahsediyorum. Bi' kaygı duyuyoruz. Hepimiz duyuyoruz bu kaygıyı. "Bi' şey olur mu, bi' şey oldu mu? Şu oldu mu? Bu oldu mu?"<br />Şu da bi' gerçek. Meselâ bir kadına, bir kıza herhangi bi' saldırıda bulunduğunuzda... Herhangi biri bulundu diyelim. Eğer o kadın, o kız saldırıyı def eder, saldırganı komaya sokar, kemiklerini kırar, hastanelik ederse bile o saldırgan ondan şikâyetçi olmaz. Doğru mu? Hiçbir erkek, "Bi' kadından dayak yedim" şeyini üzerine almaz. Ha yaptığı erkeklik değil ya da yaptığı insanlık bile değil. Bi' saldırıda bulunuyorsun,karşılığında dayak yiyorsun. Bunu şikâyete bile dökmez. Daha önce Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi'nde ders verirken kız öğrencilere ısrarla söylediğim şey şudur: "kızım yurdunuza gidiyorsunuz, kalacağınız eve gidiyorsunuz, olaki bi' saldırıya uğradınız. Dövün. Bu teknikleri korkusuzca öğrenin. Şikâyet gelirse de ola ki polis karakoluna şikâyet ettiler... Diyeceksiniz ki: 'Mustafa hocam emir verdi, onun emri üzerine ben bunu dövdüm' deyin. İfadede benim adım da geçsin. Gelip ben de gururla diyeyim ki: 'Evet o şerefsiz böyle bi' şerefsizlik yaptı. Benim öğrencim de terbiyesini verdi' diyebileyim." <br />Bunu dediğim zaman kızlarda daha bi' öz güven oluşuyor. Yani neden? "Arkamda bi' güç var. Hem ben güçlüyüm, bunu biliyorum hem de arkamda bi' güç var." <br />Yani o kızın öyle bi' ailesinin verdiği bi' öz güven vardır muhtemelen. Ne mutlu! İstediğimiz bu. Türkiye sınırları içerisinde, kendi vatanımızda herkes her yere, her istediği yere, her istediği saatte gidebilsin. Ama bunu sağlayacak ortamı toplum yaratmak zorunda, toplum geliştirmek zorunda. Kısıtlamayla veya yasaklamayla bi' yere varamıyoruz.<br /><span style="color: red;">Hocam <b>sayokan alplik okulları </b>için <b>sayokan spor salonu</b> mu gerekiyor? Siz Erzin Kapalı Spor Salonu'nda eğitim veriyorsunuz ya...</span><br />Evet<br /><span style="color: red;">Acaba bu salon <b>Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu</b> yani tam teşekküllü okul olma şartlarını taşıyor mu?</span><br />Beklentimiz şu: temiz bir ortam, havadar bir ortam, çok rahat giriş çıkış yapabileceğimiz, ne bileyim insanî ihtiyaçlarımız açısından işte bi' lavabosu, wc'si falan olan bi' yer. <br />Özellikle istediğimiz sayokan için şu olabilir: aynalar... en azından hareketleri yaparken aynada kendini görüp yanlış yapıyorsa düzeltebilmesi açısından aynalar olabilir. <br />Aşağıdaki salon <i>(Erzin Kapalı Spor Salonu)</i> şu anda hem açık olması hem havadar olması hem ısıtma sisteminin olması bu mevsimde, bizim asgarî şartlarımızı karşılıyor. <br />Onun dışında biz herhangi bi' alet kullanmıyoruz: ağırlık, halter, şu, bu gibi falan şeyler kullanmıyoruz. Kendi vücudumuzun gücünü, sınırlarını geliştirmeye çalışıyoruz. Bunu da yaptığımız hareketlerle ve ısınma hareketleri, sonrasında güçlenme hareketleriyle kendi kendimize yapıyoruz. Ekstra bi' şey yok. Zaten çıplak ayakla çalışıyoruz. Müsabakalarımız da çıplak ayakla yapılıyor. Dışarıda, çim saha üzerinde, yağlı güreşlerde olduğu gibi. Yani yaptığımız her şey kendimizi korumaya yönelik olarak, hangi ortamda yapacaksak kendimizi korumayı, o ortama uygun olsun. Ama nezih, temiz, kimsenin bizi rahatsız etmeyeceği ve çalışan gençlerin dikkatinin dağılmayacağı bir ortam olması lâzım. Çünkü çalışırken gözü, kulağı, her şeyi bizde olacak. <br />Bir de bizim bi' müzik yayınımız vardır çalışırken kendi kültürümüzü yansıtan müzikler kullanırız ki o savaşçı ruhu canlandıralım işte hareketleri biraz daha iştahla yapsın falan gibisinden. Bu ortam bizim için uygun. <br /><span style="color: red;">Mustafa hocam, söyleşi teklifimi kabul ederek <b>Türk Savaş Sanatı Sayokan</b> ve <b>Erzin Alpay Sayokan Alplik Okulu</b> konularında bizi bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim.</span><br />Ben teşekkür ederim. <br />Son olarak; inşallah çok daha güzel şeyler başaracağız, çok daha güzel şeyler yapacağız. <br />Yani burada bir sayokan merkezi olması, burada bir sayokan derneği kurmamız, en azından bunu sayokan literatürüne soktuğumuz zaman, Erzin adresini de içerisine girdirdiğimiz zaman Erzin'de bir közgü plânlayabiliriz yani kuşak sınavı plânlayabiliriz, Erzin'de bir seminer plânlayabiliriz veya Erzin'e sayokan alplerinin diğer ülkelerden ve diğer illerden gelmesini sağlayıp bir nevi spor turizmini canlandırabiliriz. Bu hem bizim açımızdan hem de gençlerimiz açısından iyi olacaktır. Çünkü değişik kültürlerden gelen sporcularla, alplerle, savaşçılarla tanışacaklar, konuşacaklar, birbirleriyle sohbet edecekler ve çok güzel bi' etkileşim olacak diye düşünüyorum. <br />Neler öğrenebilirsiniz? <br />Meselâ Ankara'da bir seminerde biz Amerika Özel Kuvvetleri'ne eğitim veren bir askerle beraber karşılaştık, beraber çalıştık. Ben de o sıra yine eğitim veriyordum. Amerikan askerine yakın dövüş konusunda hangi eğitimler verdiği, bizim hangi eğitimler verdiğimiz konusunda çok güzel bir konuşmamız, görüşmemiz oldu. <br />Herkesten bi' şeyler öğrenmek mümkün. <br />Sadece herkesten bi' şeyler öğrenmek değil; baktığınız zaman tabiatı görebiliyorsanız, müzikten, resimden, tabiatın kendisinden bir rüzgâr estiğinde, bir ağacın hışırtısından bile çok şey öğrenebilirsiniz. <br />Savaş sanatında da amaç savaşta en az zayiatla muzaffer olmak, kazanmaksa biz bunun için toplumu gözlemliyoruz. Sokakta yürüken, herhangi bi' insanla oynarken, ne bileyim sohbet ederken, bir aradayken, toplumun her şeyini gözetliyoruz. Gençlerimize, savaşçılarımıza veya bize katılan sporcularımıza aynı şeyi anlatıyoruz. <br />Bi' kere bakış açımızı düzeltmemiz lâzım. Bakmakla görmek arasındaki farkı bilmemiz lâzım. Herkes bakar ama herkes ilgi alanına göre görür. Bu çok önemli. <br />Yapmaya çalıştığımız şey bir de şu: teknoloji bizim dostumuz olduğu kadar dümanımız da. Çocuklarımızda şöyle bi' hastalık var: Elinde telefon, kafayı eğiyor. Çoğunlukla boyun fıtığı, kireçlenme, bel fıtığı hatta kamburlaşmaya varan neticeler oluşuyor. Biz istiyoruz ki çocuklarımız ihtiyaç hâlinde, kullanması gerektiği kadar teknolojiyi kullansın. Onun dışında kitapla, doğayla, insanlarla, hayvanlarla haşır neşir olsun. Bilgiyi kaynağından öğrensin. <br />Biz de buna yönelik çalışma yapmaya çalışıyoruz. Gayretlerimiz tamamen buna yönelik. İnşallah olur.</div><p style="text-align: left;"><i><br /></i></p><p style="text-align: left;"><i>Mustafa Kaynak: (0505) 254 35 52</i></p>Ali Demiral http://www.blogger.com/profile/03894867731606900910noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-574504463766571265.post-89656490121719483042024-03-04T10:38:00.024+03:002024-03-14T16:01:18.581+03:00Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi<p style="text-align: left;"><i>Erzinli emekli öğretmen Mustafa Ertaç'la Atatürk Parkı'nda <b>Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi </b>hakkında söyleştik. İçeri girer girmez, belediyenin kafeteryasının yer aldığı bölümde bulunan duvardaki fotoğrafların önüne götürdü Mustafa hoca beni. "Bak" dedi, "Bu resimdeki kişi Atatürk'ün kütüphanecisi Nuri Ulusu." Sonra mekânın kütüphane kısmına geçtik. Söyleşi boyunca Mustafa hoca selâmlandı durdu. İşimiz bitip de çıkarken parkta bulunan birçok kişinin elini tek tek sıkarak hâl hatır sordu. Gelin şimdi yaklaşık kırk beş dakikalık ses kaydından deşifre edilen söyleşiye geçelim ve kütüphaneyi tanıyalım.</i></p><p style="text-align: left;"><br /></p><p style="text-align: left;"></p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguslLVZ-_ZXOQyZPa3_jFfkk8wn8BaE7hUIYzquvYGnWVuMYpUaUmvYpjZYxBjwLMQ9ySuPH7DgfTD-VQRlb6AIzIw3-L5uAKBFZnoOZwmK11mOP9I6q4p6RMPKmVHKyRF-0okwSWWXe8cVx7VUdbNZ_SATuKnI9jxurTFMZfMCN7_GOJJokhmXgyiNNW3/s2048/mustafa-ertac-kimdir.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi kurucularından..." border="0" data-original-height="1536" data-original-width="2048" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguslLVZ-_ZXOQyZPa3_jFfkk8wn8BaE7hUIYzquvYGnWVuMYpUaUmvYpjZYxBjwLMQ9ySuPH7DgfTD-VQRlb6AIzIw3-L5uAKBFZnoOZwmK11mOP9I6q4p6RMPKmVHKyRF-0okwSWWXe8cVx7VUdbNZ_SATuKnI9jxurTFMZfMCN7_GOJJokhmXgyiNNW3/w320-h240/mustafa-ertac-kimdir.jpg" title="Mustafa Ertaç kimdir?" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Mustafa Ertaç hocayla Atatürk Parkı'nda yer alan kütüphanede söyleştik</i></td></tr></tbody></table><br /><strike><span style="color: #2b00fe;">(toc) İçindekiler</span></strike><i><br /></i><p></p><h1 style="text-align: left;">Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi Kurucularından...</h1><h2 style="text-align: left;">Mustafa Ertaç Kimdir?</h2><h3 style="text-align: left;">Öğrencilik ve Öğretmenlik Yılları</h3><div><span style="color: red;"><b>Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi</b> başlıklı söyleşimizin sorularına geçmeden önce sizi tanıyalım lütfen. <b>Mustafa Ertaç kimdir?</b></span></div><div>1948 doğumluyum. </div><div>Sekiz Ocak İlkokulu'nu bitirdim. Erzin Ortaokulu'nu bitirdim 1963'te. 66'da da Gazi Antep İlköğretmen Okulu'ndan mezun oldum. </div><div>Askerlik dahil beş yıl ilkokul öğretmenliği yaptım; Sivas'ta, İskenderun'da, Zonguldak'ta, Bartın'da. </div><div>Daha sonra eğitim enstitüsüne gittim. </div><div>73 yılında Yeşilkent Lisesi'ne Fen bilgisi öğretmeni olarak atandım. Önceleri fizik derslerine ve fen bilgisi derslerine, daha sonra da kimya derslerine girdim. </div><div>Genel olarak ders öğretmenliği kadar öğrencilerime rehberlik yapmaya özen gösterdim.</div><div>Eğitim psikolojisi, çocuk psikolojisi, gençlik psikolojisi ile ilgili kitapları çok okudum. Öğrencilik yıllarımda da zaten genellikle o zamanki Türk yazarların eserlerini okudum, dünya klâsiklerini çok okudum. </div><h4 style="text-align: left;">"Mutlu olma yolları..."</h4><div>Öğretmenliğim sırasında öğrencilerime başarıdan çok, mutlu olma yollarını öğrettim. Biz eğitimciler başarılı çocuk değil de mutlu çocuk mutlu aile ilkesini benimseyerek hareket ediyoruz. Çok başarılı olan öğrenciler eğer çocukluğunu yaşamamışsa ilerde psikolojik olarak topluma adapte olamıyor. Çocukluğunu oynayarak yaşayanlar hayatta daha başarılı oluyorlar.</div><div>Öğrencilerimin hepsine ismini hitap ederek, öğrencileri adam yerine koyarak hareket ettim. Dayağın eğitim aracı olmasından çıkmasına çok özen gösterdim. Sevgiyle yaklaşımım sonucunda öğrencilerimin önce beni sevmelerini, sonra dersi sevmelerini hedef gösterdim, hedefe kilitlenmelerini sağladım. Bundan da çok mutluyum. Çünkü okuttuğum bütün öğrencilerde gerekli saygıyı sevgiyi görüyorum. Ben de onları çok seviyorum. </div><h4 style="text-align: left;">"Erzin'i çok seviyorum"</h4><div>Daha doğrusu Erzin'i çok seviyorum. Erzin'in çocukları, insanları gezdiğim, gördüğüm, öğretmenlik yaptığım her yerden daha zeki, daha bilinçli, daha sosyal. </div><div>Ancak Erzin'de bazı zincirleri kıramadığımızdan dolayı sosyal gelişimi zekâya uygun şekilde yapamadık. Müzik, resim ve beden eğitimi öğretmenleri zamanında gelmediğinden Erzin'de sanatçı yetişmedi. Fakat bundan sonra çok iyi sanatçıların yetişeceğine inanıyorum. </div><div>Atatürk ne diyor? </div><div><blockquote>"Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir." </blockquote></div><h4 style="text-align: left;">"Önemli olan, çocuğun kendi olabilmesi"</h4><div>Bizim çocuklarımız hep toplum baskısı altında yetişiyorlar. Şu nedirrr? Bu nedirrr? Kendi olamıyor. Önemli olan, çocuğun kendi olabilmesi. Eğer bunu başarırsak Erzin'den çok iyi cevherlerin yetişeceğine inanıyorum. Çünkü bizim zamanımızda Erzin'de lise yokken, çevredeki liselerin birincileri hep Erzinliydi, her öğrenci başarılıydı. Hatta Diyarbakır'da profesör Ayşe Başaran şöyle demişti: </div><div><blockquote>"Ya Tokat'tan, Yozgat'tan, Çorum'dan daha çok Erzinli öğrenci var üniversitelerde. %91'i fen dalında eğitim görüyor."</blockquote></div><div>Kültür bakımından Erzin gelişmişti. Hatta 1934 yılında Adana'da çıkan bir gazetede Erzin'i tanıtırken, "Münevver insanların toplandığı yer" diyor. O zaman zaten mutasarraflık da olmuş Erzin ya. Mutasarraflık olduğu için yani eğitim bakımından da iyi. </div><div>Osmaniye'ye buradan yayan gidenler Osmaniye'de ortaokul varken orada okurlarmış. Biz Gazi Antep Öğretmen Okulu'nu okulunu kazandığımızda altı vilayetten elli bir öğrenci yatılı okudu; altısı Erzinliydi. Ya bizim devredeki arkadaşımız meselâ Muhteşem Mahmutluoğlu, Ali Karakurum; Türkiye çapında puanlar alan öğrencilerdi. Öğretmen okulunu Türkiye birincisi olarak kazanmıştı Muhteşem. Ali zaten Robert Kolej'de okudu.</div><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwSzoOBbZeg0AzT9gRNpiVXepxtnAminnVeqtAho8TeW4uSWQUWg1Ko-154aYulXeO8rQwkwIYR7zztlcWua6M9my1giAwFTNiL5D8vajD4BcWZt5qRYxgq8dH-UCh-tosWztJ5jU7t-ZdyFRjNayibO_FTD56BDgwd-9uAc26keKlREdugQxo0APskvw9/s4160/ataturkun-kutuphanecisi-nuri-ulusu.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Atatürk'ün kütüphanecisi..." border="0" data-original-height="3120" data-original-width="4160" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgwSzoOBbZeg0AzT9gRNpiVXepxtnAminnVeqtAho8TeW4uSWQUWg1Ko-154aYulXeO8rQwkwIYR7zztlcWua6M9my1giAwFTNiL5D8vajD4BcWZt5qRYxgq8dH-UCh-tosWztJ5jU7t-ZdyFRjNayibO_FTD56BDgwd-9uAc26keKlREdugQxo0APskvw9/w320-h240/ataturkun-kutuphanecisi-nuri-ulusu.jpg" title="Nuri Ulusu kimdir?" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Kütüphaneye adını veren Nuri Ulusu'nun fotoğrafı (sağda, ayakta duran)</i></td></tr></tbody></table> <br /><div><br /></div><div><br /></div><h2 style="text-align: left;">Nuri Ulusu...</h2><div><span style="color: red;">Kütüphane adının içinde geçen Nuri Ulusu'yu da tanıtır mısınız?</span></div><div>Nuri Ulusu adını belediye başkanımız sayın Ökkeş Elmasoğlu koydu. Nuri Ulusu, Atatürk'ümüzün kütüphanecisi. Hatta onun babası ile birlikte Bandırma Vapuru'na binmiş Atatürk. Nuri Ulusu da çocukmuş. O zaman Bandırma Vapuru'nda Samsun'a gitmişler.</div><h3 style="text-align: left;">"Erzin'e ilk kütüphaneyi biz kurduk"</h3><div><span style="color: red;">Erzin'de kaymakamlığa bağlı bir ilçe kütüphanesi bulunuyor. Kentimize ikinci bir kütüphaneyi kurma ihtiyacı neden duyuldu? Bu kütüphane fikri kime aitti?</span></div><div>Erzin'e ilk kurulan kütüphaneyi de İbrahim Öktem arkadaşımızla biz kurmuştuk. O zaman 80'li yıllarda sıkıyönetim komutanı vardı Dörtyol'da. Ona gittik. "Erzin'e bir kütüphane gerekli" dedik. Daha sonra işte Kırıkhan Lokantası'nın <i>(şimdi bulunduğu)</i> yerine bir kütüphane açıldı. Hatta onu boyasını bile biz yaptık. </div><div>Sonra kütüphanenin yerine <i>(kütüphanenin devamı olarak başka bir yerde)</i> rahmetli Ökkeş Süzer bir kütüphane yaptırmıştı. Çok da sağlam çok da güzeldi. Bir duydum kütüphane boşalmış yerine öğretmeni evi yapılıyor. O zaman uyanmadım, eğer ki uyansaydım Ökkeş abinin çocuklarına (söyler) o kütüphaneyi belediye kültür sarayı olarak yapardım. </div><div>O zamanlar kütüphaneye gidiyordum, en az yüz çocuk oluyordu. Her çocuk kütüphaneden kitap alıp okuyordu. </div><h3 style="text-align: left;">"Erzin'in merkezinde kütüphane gerekli"</h3><div>Üç kilometre aşağıya yapılınca on liraya gideceksin, on liraya geri geleceksin yirmi lira. Yedi yaşındaki, sekiz yaşındaki çocuk nasıl gidecek oraya? Nasıl gelecek? Bunu velisinin götürmesi lâzım, getirmesi lâzım. </div><div>Erzin'in merkezinde bir kütüphane olması gerekliydi. Çocukların rahat kitaplara ulaşması için, çocuklarımızın okuması için... </div><div>Bak okullarda, üniversite sınavlarında, fen lisesi sınavlarında başarılı olan çocuklar çok kitap okuyan çocuklardır. Çocuğun okuması hızlıysa okuduğunu daha iyi anlar. Soruları daha çabuk zamanda okur, daha çabuk anlar. Zamanı yetiştirme problemi oluyor bazılarında. Niye zamanı yetiştiremiyor? Okuması zayıf, okuduğunu anlamıyor. Anlamadığı için soruları da cevaplandıramıyor. </div><div>Bence en az lise 1'de bir yıl çocukların Türkçe veya matematik hazırlık sınıfı görmeleri lâzım. Okumalarını hızlandırması, hızlı okumayı öğrenmesi lâzım. </div><div>"Bizim çocuk çok zeki ama" diyor veliler, "hiç ders çalışmıyor." </div><div>Çocuk birinci, ikinci sınıfta hızlı okumaya alışmamışsa okuduğunu anlamıyor, okuduğunu anlamayınca zevk almıyor, başarılı olmuyor. Bir insan bir işte başarılıysa ondan zevk alır. Çocuk, kitabı okuduğunda onu anlasa zevk alsa devamlı ders çalışır. Ders çalışmamalarının sebebi bilhassa meslek lisesine giden öğrencilerden okumanın hızlı olmamasından kaynaklı.</div><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgolBNzosakfFVeaPAq6k86dgk7Ui6QV8uQEykneK8Rf_acYNBVC8gkZreujPU_LDdfEwe-_W8kXxolhVk9mS9aNmvJ4rASQ5CnBSDtX8NJi-UgtNkdZKL1seqAwu1Z5DmvtJOEcbtolUyRS0dmsmQvuw3WX5i9NvdwT8Gqfeg-RyE5PiqRZ6PF48AFrc_5/s4160/IMG_20240229_171029%20(1).jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Atatürk Parkı kafeteryasında" border="0" data-original-height="3120" data-original-width="4160" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgolBNzosakfFVeaPAq6k86dgk7Ui6QV8uQEykneK8Rf_acYNBVC8gkZreujPU_LDdfEwe-_W8kXxolhVk9mS9aNmvJ4rASQ5CnBSDtX8NJi-UgtNkdZKL1seqAwu1Z5DmvtJOEcbtolUyRS0dmsmQvuw3WX5i9NvdwT8Gqfeg-RyE5PiqRZ6PF48AFrc_5/w320-h240/IMG_20240229_171029%20(1).jpg" title="Kütüphane kısmından bir kare" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi'nden bir kare</i></td></tr></tbody></table><div><br /></div><h2 style="text-align: left;">Düşünceden Harekete</h2><div><span style="color: red;"><b>Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi</b> konusunda detaylı bilgi edinmek için sorularım olacak, ama önce kütüphanenin oluşturulup halka açılışına kadarki süreci anlatır mısınız?</span></div><div>Ben belediye başkanımız Ökkeş Elmasoğlu'yla görüştüm. "Bir kütüphane açalım" dedim. Belediyenin bütçesinin zayıf olduğunu filân söyledi. Ben dedim ki: "Başkanım, senden hiç para çıkmayacak, belediyeden hiç para çıkmayacak, ben bunu yaparım. Bana bir yer göster." Hatta "Ben" dedim, "parayı toplayacağım, bir yer kiralayacağım, buraya kitapları dolduracağım, raflarını da, oturaklarını da alacağım." Böyle söyledim. Belediye rafları yaptırdı. Ben de kitapları getirttim. </div><h3 style="text-align: left;">Ali Yerlikaya'dan Üç Bin Kitap</h3><div>Sonra arkadaşlardan topladık. Meselâ bi arkadaşım beş yüz dolar gönderdi o zamanın parasıyla sekiz bin beş yüz <i>(lira)</i> müydü neydi Emine İnce diye. Ali Yerlikaya İstanbul valisiydi. Eşi de öğrencimdi. Ona söyledim. Kitap istedik. Üç bin kitap gönderdiler. Ayrıca, "İsterseniz yine de kitap gönderiririz" dediler; fakat yerimiz dar olduğu için, küçük olduğu için tekrar kitap istemedik. Yardımseverlerden para aldık. Onların ismine kitapların üzerine yapıştırdık. Evden bazı arkadaşlarımız getirdiler okudukları kitapları. </div><h3 style="text-align: left;">Erzin Atatürk İlkokulu Müze Oluyor</h3><div>Hasan Hüseyin Güven diye bir arkadaşımız Abdullah doktorun evinin yeri var ya oraya anaokulu yaptıracak. Fen Lisesi'nin kütüphanesini açan çocuk. Şimdi Atatürk İlkokulu'nu restore edip müze hâline getiriyor. Tamam mı? Buraya da onu yaptıracak. "Üstüne de kütüphane yaptırayım" dedi. </div><h3 style="text-align: left;">Mustafa Ertaç'ın Hayali</h3><div>Şimdi sanayi sökülünce oraya belediye binası yapacaklar. Benim hayalim; altı böyle büyük bir salon; oturma yeri filân. Üst tarafta kütüphane, üçüncü kat müzisyenlerin, edebiyatçıların, şairlerin, tiyatrocuların, sporcuların yani sanatseverlerin toplandığı bir yer. Bir tiyatro salonu, bir sinema salonu. </div><div>Ne diyor Atatürk? "Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektirrr."</div><div>Şimdi başkanın fikri var yani. O yer <i>(yeni belediye binası)</i> yapılmadan önce bir yer kiralayacağız, içerisini döşeyeceğiz. Sanıyorum Hasan Hüseyin Güven bunları yapacak. Kitabı, sandalyesini, masasını, bilgisayarını, sonra klimasını filân o alacak. Bi' de belediyemiz memur verecek. Kütüphane hâline getireceğiz. </div><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5PQF7A-hqZNvY0Mg2KJJt8dIakCGWMDNy8dDaMlnIMaKkRApd-MUowriuveMYkYLQeVYMc9XIT4h5sT6NfcIUIPciIgWV7VsHQ2h7xzxwauxp8joLlphXu6xi9EnNeNjoPTN6I-0-kaEUEoIHMJTZkkjy_HCkebC7MP6Bni8QGJ6N8cpxb-wkb3L62434/s4160/iyi-bir-kutuphane-nasil-olmali.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi" border="0" data-original-height="3120" data-original-width="4160" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5PQF7A-hqZNvY0Mg2KJJt8dIakCGWMDNy8dDaMlnIMaKkRApd-MUowriuveMYkYLQeVYMc9XIT4h5sT6NfcIUIPciIgWV7VsHQ2h7xzxwauxp8joLlphXu6xi9EnNeNjoPTN6I-0-kaEUEoIHMJTZkkjy_HCkebC7MP6Bni8QGJ6N8cpxb-wkb3L62434/w320-h240/iyi-bir-kutuphane-nasil-olmali.jpg" title="Kütüphane girişi" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Kütüphane girişi</i></td></tr></tbody></table><div><br /></div><h2 style="text-align: left;">Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi Hakkında Kısa Bilgiler</h2><div><span style="color: red;">Şu an toplam kaç kitap var? </span></div><div>Beş bin ilâ altı bin arasında kitabımız var. Bunları bilgisayara geçtiler ama ben o zamandan sonra çok fazla ilgilenmedim. Altı bin civarında kitap var.</div><div><span style="color: red;"><b>Halk kütüphanesi açılış kapanış saatleri kaç</b> ve <b>halk kütüphanesi hangi günler açık?</b></span></div><div>Öyle bir saat yok. Her saatte buradaki görevliden gelip kitap alınıp tekrar iade edilebilir.</div><div><span style="color: red;"><b>Kütüphaneye üye olmadan girilir mi</b> yoksa üyelik şart mı?</span></div><div>Üyelik şart değil.</div><div><span style="color: red;">Ama üyelik olmadığı hâlde ödünç kitap da veriyorsunuz.</span></div><div>Veriyoruz.</div><div><span style="color: red;"><b>Halk kütüphanesi kitap süresi ne kadar?</b></span></div><div>Bir hafta. </div><div><span style="color: red;">Bir haftayı geçerse buradan arıyorlar mı? <i>(Bu soruyu üye olmaksızın ödünç kitap alınmasını düşünerek sordum, giden kitabın peşine düşülüyor mu diye)</i></span></div><div>Arıyorlar.</div><div><span style="color: red;"><b>Kütüphaneden alınan kitabın süresini uzatmak mümkün mü?</b></span></div><div>Mümkün. </div><div><span style="color: red;">Kütüphane kaç kişilik?</span></div><div>Bura otuz kişiyi alır yani.</div><div><span style="color: red;">Peki Erzinlilerin ilgisi nasıl kütüphaneye?</span></div><div>Çok fazla ilgili değiller. </div><h2 style="text-align: left;">Genel Olarak İyi Bir Kütüphanenin Özellikleri</h2><div><span style="color: red;"><b>İyi bir kütüphane nasıl olmalı?</b></span></div><div>İyi bir kütüphane kitap bakımından zengin olması lâzım. </div><div>Öğrencilerin veya kişilerin rahatça kitap okuyabileceği ortam yaratılmalı. </div><h3 style="text-align: left;">Sinema Salonu</h3><div>Ayrıca sinema salonu bulunmalı. Filmler de orada izlenebilmeli. </div><div>Kişilerin, Türkiye'deki ve dünyadaki iyi yazarların kitapları bulunmalı. Bunlar reyon reyon ayrılmalı. Bizim gibi az gelişmiş ülkelerde psikolojik ve ruhu güçlendirici, insanlara yön verici kitaplar ve dünyaca meşhur kişilerin bibliyografileri bulunmalı. İnsanlar onların hayatlarını okuyarak örnek almalı. Hedef belirlemeli. </div><h3 style="text-align: left;">Kişisel Gelişim Uzmanı</h3><div>Ayrıca kütüphanede bir de kişisel gelişim uzmanı olmalı. İnsanlar psikolojik rahatsızlıkları veya hedeflerini dünyadaki gelişmeleri ve meslekleri onlardan öğrenmeli. Ona göre yönlendirilmeli. Üniversitelerdeki dalların ve mesleklerin bilgilerinin kütüphanede bulunması, o rehberlik uzamanlarının veya kişisel gelişim uzmanlarının onların yaşantıları hakkında bilgiler vermesi gerekli. </div><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg70bbEmrduQe-WZzFtjdtjxMyMNHunwPMkA1AkGYKQMzOgWJ3NCjqAs4BvH8Kv3ijMeILeEaSsO6x_p2ikWWdOrhl8GDC1aVGBA3OpiMCCGmcTg9zlEdE_nid8kOk7z8lgS7p2BYxbwjZcxLO0E8OkAhibukY43N89GsAr3aWVo9clPDdBQxr78RHvWbx3/s4160/erzin-belediyesi-nuri-ulusu-halk-kutuphanesi.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Erzin Belediyesi" border="0" data-original-height="3120" data-original-width="4160" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg70bbEmrduQe-WZzFtjdtjxMyMNHunwPMkA1AkGYKQMzOgWJ3NCjqAs4BvH8Kv3ijMeILeEaSsO6x_p2ikWWdOrhl8GDC1aVGBA3OpiMCCGmcTg9zlEdE_nid8kOk7z8lgS7p2BYxbwjZcxLO0E8OkAhibukY43N89GsAr3aWVo9clPDdBQxr78RHvWbx3/w320-h240/erzin-belediyesi-nuri-ulusu-halk-kutuphanesi.jpg" title="Atatürk Parkı" width="320" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><i>Erzin Belediyesi Atatürk Parkı</i></td></tr></tbody></table><br /><div><br /></div><div>1500-1600'lı yıllarda kütüphaneler var. Osmanlı imparatorluğu Türkleri kütüphanelerden uzak tutmuş, Girit'te yahut da Yunanistan'da, başka yerlerde kitaplıklar var. Meselâ Erzin'de veyahut da Osmaniye'de kitaplık yok Osmanlı imparatorluğu zamanında. Ee kütüphane olmayınca insanlar biraz daha cahil kalmışlar. Okuma yazma yok ve cumhuriyet ilân edildiğinde bayanlarda okuma oranı binde beş, erkeklerde yüzde bir, yüzde iki. Meselâ biz 1928 yılında harf devrimini yapmışız. En son okuma yazma bilmeyeni Finlandiya 1926'da gömmüş. Ondan sonra da gelişeceğiz de, Avrupa çapında ilerleyeceğiz. </div><div>İsmail Hakkı Tonguç, İstanbul'dan çıkıyor, saatini satıyor. Düzce'ye gelince yol bitiyor. Katır sırtında beş günde Kastamonu'ya gidiyor öğretmen okulunda okumaya. Yani yol yok, Anadolu'yu ihmal etmiş bu Osmanlı imparatorluğu. İsmail Hakkı Tonguç Almanya'ya gitmiş okumuş, yüksek köy enstitüsünü kurmuş, bizim öğretmenimiz vardı bak burada Abdullah Özkucur burada. İlk köy enstitüsü mezunlarındandı.</div><div><span style="color: red;">Mustafa hocam, söyleşi teklifimi kabul ederek zaman ayırıp <b>Erzin Belediyesi Nuri Ulusu Halk Kütüphanesi</b> hakkında bilgiler verdiğiniz için teşekkür ederim.</span></div><div>Ben teşekkür ederim. Dediğim gibi inşallah hayalim gerçekleşir. Öyle bir belediye kültür sarayı özlüyorum. </div>Ali Demiral http://www.blogger.com/profile/03894867731606900910noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-574504463766571265.post-91269829785299378452024-01-21T06:11:00.029+03:002024-03-14T16:00:41.251+03:00Börek 2. Bölüm<div style="text-align: left;"><span> </span>Elmas bir yandan böreği kesiyor, bir yandan anlatıyordu:<br /><span> </span>"Bu kızların anaları benim kaçan eltim olur işte. Kurban Bayramı'ndan beri ortalarda yok. 'Dedenizle bayramlaşıp hemen geleceğim. Siz evde durun, gelirken et getireceğim, size kebap yapacağım' demiş. Durumları olmadığından bir şey kesemezler eskiden beri. Kızlar, 'bizi de götür, biz de dedemizin elini öpelim' demişler. 'Komşulardan et yollayan olur, alın buzdolabına koyun, evde kimseyi bulamazlarsa geri götürürler' diye tembih etmiş kadın.</div><div style="text-align: left;"><span> </span>Görümcesinin ağzından çıkanları merakla dinleyen Selma, eltinin tembihine güldü, yorum yapmadan da duramadı:<br /><span> </span>"İnandırıcı olsun diye demiştir." Sonra ekledi: "Kadının kocası neredeymiş?"<br /><span> </span>"Kayınım bizim buradaydı. Kurbanlığımızı kesiyorduk o ara."<br /><span> </span>"Ee sonra kadının dostuna kaçtığını nasıl anladınız" diye sorarken Esma'nın mutfağa yaklaştığını gördüler. Elmas kısık sesle, "Tamam konuşmayalım şimdi. Başka zaman anlatırım" dedi. Tepsinin kenarından kesip aldığı küçük bir börek dilimini ağzına atmadan önce:<br /><span> </span>"N' oldu Esma?"<br /><span> </span>"Yardım etmeye geldim. İçeri götürecek bir şey var mı?"<br /><span> </span>"Amcan gelmedi daha. Sofrayı hazırlarken çağırırım ben seni. Aa dur dur, şu çöpü at bari."</div><div style="text-align: left;"><span> </span>Esma, kovanın içindeki çöp poşetini çekip aldı, ağzına bir düğüm atıp çıktı gitti. Elmas ile Selma da mutfakta iş yapadursun, biz salona geçelim.</div><div style="text-align: left;"><br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtPdD0B4-9hyphenhyphensXRQRIurYdO0d0K8LLCXCTHNEI_r5id5tWeRaCrlcPyrTYpYPmdlWKdaWFs3VbVDOgeccnO_koLu1CVZ8dFyZ9DoTIdZ7vggiMgEHd2zGrrfyZZDRwPNlbUmRBvSoVTvskp3PBg7gRCzZE4wn7eLg_OO3SF71rM-RRt8a8WVFdXX3m2zdO/s1546/borek-ikinci-bolum.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="Börek öyküsünün ikinci bölümü" border="0" data-original-height="1538" data-original-width="1546" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtPdD0B4-9hyphenhyphensXRQRIurYdO0d0K8LLCXCTHNEI_r5id5tWeRaCrlcPyrTYpYPmdlWKdaWFs3VbVDOgeccnO_koLu1CVZ8dFyZ9DoTIdZ7vggiMgEHd2zGrrfyZZDRwPNlbUmRBvSoVTvskp3PBg7gRCzZE4wn7eLg_OO3SF71rM-RRt8a8WVFdXX3m2zdO/w320-h320/borek-ikinci-bolum.jpg" title="Börek İkinci Bölüm" width="320" /></a></div><br /><div style="text-align: left;"><br /></div><div style="text-align: left;"><span> </span>Berrin, yemeğe kadar vakit geçirmek için masada boyama kitabıyla uğraşıyordu. Büşra oturduğu çekyattan kalkarak onun yanına geldi. Amcasının kızını pürdikkat izliyordu. Ağaçların yapraklarını yeşile, gövdesini kahverengiye, gökyüzünü maviye, güneşi sarıya boyamasını... Berrin eline yine yeşil pasteli alıyor, çimenleri boyuyor, sarı pastelle çimenlerin üstündeki kız çocuğunun saçlarına renk veriyordu. Büşra pastel boya kalemlerinden birini eline aldı, incelemeye başladı. Bunu gören Berrin:<br /><span> </span>"Ya bırakır mısın onu" dedi.<br /><span> </span>"Şu anneyi de ben boyayayım mı?"<br /><span> </span>"Hayır."<br /><span> </span>"Sadece anneyi..."<br /><span> </span>"Ya hayır diyorum, anlamıyor musun? Senin kendi boyaların yok mu?"<br /><span> </span>Hiçbir şey söylemeden kalemi yerine bıraktı. Dudağını büzerek bir süre ayakta izledi.<br /><span> </span>"Dikkatimi dağıtıyorsun. Bak boyayı taşırdım, gördün mü?"<br /><span> </span>Onun sesini daha fazla duymamak için masanın başından ayrıldı, köşedeki berjere oturdu, oturmasına ama Berrin dönüp:<br /><span> </span>"Oradan kalkar mısın Büşra? Babamın yeri orası. Allah'ım ne yaramaz şeysin sen" dedi.<br /><span> </span>Büşra ne yapsa Berrin'in gözüne batıyordu. Fakat Berrin'in de kuzenini azarlamaya bahane arar gibi bir hâli vardı. Yaşıtlardı ama tek kalıp canı sıkılmadıktan sonra onunla pek yan yana bulunmak, arkadaşlık etmek gelmezdi içinden. Büşra, demin kalktığı yere geçti.<br /><span> </span>Elmas, kapının eşiğinde duruyordu:<br /><span> </span>"N' oluyor?"<br /><span> </span>Berrin bir şey söylemeden burnundan soluyarak kuzenine baktı.<br /><span> </span>"Berrin bana bağırıp duruyor" dedi Büşra.<br /><span> </span>"Sen de bağırtma o zaman kızım. Akıllı dur. Rahatsızlık verme" diye karşılık verdi yengesi.<br /><span> </span>Ne iştah kalmıştı ne orada olma isteği... Pişman olmuştu geldiğine. Zaten buraya ne zaman gelse çoğu zaman can sıkıntısıyla geri giderdi. Şimdi de aynı hissi yaşıyordu. <br /><span> </span>Berrin ayağa kalkarak beklenmeyen bir hareket yaptı: "Gel hadi gel. Sadece anneyi ama tamam mı" diyerek yerini kuzenine verdi. Bu sürpriz davranışla az önceki üzüntüsünden bir çırpıda kurtuluveren Büşra sevinçle masaya geçti ama yine de Berrin'in çemkirmesinden çekinerek kadın resmini hangi renklere boyayacağını ona belirtti. Berrin bir karşılık vermedi; "bana ne, sen bilirsin" dercesine omuz silkti.<br /><span> </span>"Enişten nerede" dedi Elmas, sokak kapısına doğru bakarak.<br /><span> </span>"Hakkı abiyle konuşuyor" karşılığı duyuldu.<br /><span> </span>Bu sesle beraber Berrin heyecan içinde, yine beklenmedik bir hareketle Büşra'nın elinin altındaki boyama kitabını çekiverip alınca, çocuk elinde pastel kalemle kalakaldı.<br /><span> </span>"Dayı bak, ben ne yaptım" diye kapıya koştu Berrin. Annesi gülümseyerek onlara baktıktan sonra Büşra'ya dönüp:<br /><span> </span>"Baban gelmiş kız" dedi ve mutfağa gitti.<br /><span> </span>Büşra kalktı, pencereden baktığında babası Hakkı ile amcasının konuştuklarını gördü. Ablası Esma da yanlarındaydı.</div><div style="text-align: left;"><span> </span>Elmas'ın kardeşi Hakan salona girdi:<br /><span> </span>"Merhaba bayan" dedi Büşra'ya ve çekyata oturdu. Berrin, boyama kitabının yapraklarını durmaksızın çeviriyor, her sayfayı dayısına gösteriyordu. "Bunu ben yaptım. Bunu da ben yaptım" diyordu, sesini tatlı, şirin, küçücük bir kız sesine benzeterek.<br /><span> </span>"Ayakta kaldın bayan, oturmaz mısın" dedi Hakan yine Büşra'ya.<br /><span> </span>Kız yanlışlıkla yine köşedeki berjere oturacaktı ama son anda sandalyeye geçti. </div><div style="text-align: left;"> Selma girdi içeri. "Hoş geldin" dedi nişanlısına. Elinde gazeteden yapılmış küçük bir paket vardı. "Al canım, bunun içinde börek var. Evinizde yersiniz" diyerek Büşra'nın eline tutuşturdu tebessümle. Kız akşam yemeğini burada yeyip, gazeteye sarılı börekleri de daha sonra evde yemeleri için verdiklerini sandı ama kapı eşiğindeki yengesinin bakışlarından gitmesi gerektiği anlamını çıkardı. Zaten tam o esnada da ablasının onu çağırdığını işitti. Kendini baskı altında hissettiği bu ortamdan uzaklaşmanın tam zamanıydı. Sessizce dışarı çıkarken balkonda amcasıyla karşılaştı. "Yeğenim" dedi adam yarım ağızla ve içeri girdi. Ardından evin kapısı kapandı. </div><div style="text-align: left;"> Güneş birazdan batacaktı. Hakkı ile kızları pıtraklı araziden sohbet ederek yavaş yavaş evlerine doğru yol alıyorlardı.</div><div style="text-align: left;"><br /></div><p style="text-align: center;"><span style="color: red; font-size: large;">Son</span></p>Ali Demiral http://www.blogger.com/profile/03894867731606900910noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-574504463766571265.post-79367488762711087832024-01-01T00:35:00.038+03:002024-03-14T16:00:21.675+03:00Börek 1. Bölüm<div style="text-align: left;"><span><span style="font-family: inherit;"><span> </span>Bir</span></span><span style="font-family: inherit;"> yavru kaplumbağayı üst kabuğundan tutarak getiren Büşra, salıncakta oturan Esma'ya, "Abla, bak" dedi.<br /><span> Ablası:<br /></span> "Annesi hani?"<br /><span> </span>Arazinin öbür tarafındaki evin arkasını işaret etti Büşra.<br /><span> </span>"Geri götür. Annesi çocuğunu arar."<br /><span> </span>"Bizim annemiz de bizi arar mı abla?"<br /><span> </span>"Biz kaybolmadık ki. O kayboldu."<br /><span> </span>"O zaman biz onu arayalım."<br /><span> </span>Bu teklife karşılık gelmedi, teklif sahibi de konuyu uzatmadı.<br /><span> </span>"Berringil börek yapıyorlar."<br /><span> </span>Bunu işiten Esma, bi' an duraksadıktan sonra, "Kaplumbağayı yerine koyalım" diyerek salıncaktan kalktı.</span></div><div style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><span> </span>Pıtrak talamış araziyi geçip, yavruyu anasının yanına bıraktılar. Hemen önlerindeki mutfağın penceresinden, pişmekte olan börek kokusu yayılıyordu. Aslında Esma'nın kaplumbağa yavrusu için buraya gelmesi bir bahanesiydi. Kendilerini görürler de, belki yemeğe çağırırlar niyetiyle çocuk aklınca kurduğu masum bir plândı. </span></div><div style="text-align: left;"><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgN6fC1ME9OEtytID1V2ON22IECP_C_vZM_0TOcmci25XEKfA8E_KOM5Gy4f3m5HLZzEz4PVUHCIgJOn4dzRucurDL1S0GkPvdKbGkWEtrcePtiw990c4Z6NCfD8YDdAGCFqM13OgcKKLCLeHzQqn-eczdPkbuIGZkKpsJ5PSOt9QExzdlC8hZYoU56_JGu/s1873/borek-birinci-bolum.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img alt="Börek öyküsünün birinci bölümü" border="0" data-original-height="1873" data-original-width="1784" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgN6fC1ME9OEtytID1V2ON22IECP_C_vZM_0TOcmci25XEKfA8E_KOM5Gy4f3m5HLZzEz4PVUHCIgJOn4dzRucurDL1S0GkPvdKbGkWEtrcePtiw990c4Z6NCfD8YDdAGCFqM13OgcKKLCLeHzQqn-eczdPkbuIGZkKpsJ5PSOt9QExzdlC8hZYoU56_JGu/w305-h320/borek-birinci-bolum.jpg" title="Börek Birinci Bölüm" width="305" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><p><span style="color: #2b00fe;"><i>Börek annemden, öykü benden</i></span></p></td></tr></tbody></table><br /><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span> </span><span style="font-family: inherit;">Evin önüne geçtiklerinde, kuzenleri Berrin'i çamurla oynarken buldular. Büşra, ona katılmak için hamle yapınca, Esma, kardeşini durdurdu, "Elmas içeri almaz, üstünü kirletme" diyerek. Elmas dediği, amcasının eşiydi. Ukalâ, tok sözlü, boşboğaz bir kadın olduğundan pek hoşlanmazlardı yengelerinden. O yüzden de gıyabında konuşurken sadece adını söyler, yenge demezlerdi. Etrafı çevrilmemiş, üç karış yüksekliğindeki balkona çıktılar merdiveni kullanmadan. Duvara dayalı sedire oturdular. Esma, gövdesiyle dönüp başını uzatınca, salonun ortasına serili sofra bezinin üstünde, genç bir kızın havuç rendelediğini gördü. Aynı anda kız da bakınca göz göze geldiler. Tanımıyordu. İş yapan kız kalkıp pencereye yaklaştı, dışarı bakıp salondan çıktı.<br /><span> </span>"Berrin." Berrin işitti ama karşılık vermedi. "İçerideki kadın kim?"<br /><span> </span>"Dayımın karısı. Selma yengem."<br /><span> </span>"Hangi dayının?"<br /><span> </span>"En küçük. En küçüğümüz."<br /><span> </span>Aslında dayısının nişanlısıydı. Çocuk aklıyla öyle biliyordu. "En küçük" lâfını da annesinden duymuştu. Annesi, "en küçüğümüz" diye tanıtmıştı erkek kardeşini bir yerde birileriyle konuşurken.<br /><span> </span>Selma mutfağa girdi:<br /><span> </span>"Abla" dedi görümceliğine, "dışarıda iki çocuk var."<br /><span> </span>"Ne çocuğu" diyerek çıktı Elmas, ayran çırpmayı bırakıp; kaynının kızlarını gördü, "N' oldu kızlar?"<br /><span> </span>"Kolay gelsin Elmas yenge" dedi Esma. Esma'dan görüp Büşra da onu taklit etti.<br /><span> </span>"Babanız evinize daha gelmedi mi?"<br /><span> </span>Hayır anlamında kaşlarını kaldırdı büyük olanı. Küçük olanı da aynısını yaptı. <br /><span> </span>"Nasıl olsa abisinin evi var, sofrası da var" dedi kadın. Ardından kızlar alınıp, kendilerini dışlanmış hissetmesinler diye devam etti: "Hiç mi kaygı etmiyor bu adam sizi? Kız çocuğusunuz bi' de. Hı."</span></div><div style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><span> </span>O sırada sese gelen Selma, Elmas'ın ardında dikilmiş, sedirde oturanlara bakıyordu:<br /><span> </span>"N' oldu abla" dedi.<br /><span> </span>Elmas, bi' an başını çevirdi, tekrar önüne döndü, başıyla kızları gösterdi:<br /><span> </span>"Kaynımın kızları. Babalarının hiç düşündüğü yok anam. Bunlar aç mı, tok mu? İyi ki abisi varmış, iyi ki biz varız." Sonra elleri çamur içindeki Berrin'e, "Sen de bırak artık şunu, içeri geç. Doğru banyoya. Baban geldi oldu." Ama Berrin'in aldırış ettiği yoktu. Annesi gözlerini ayırarak, "Berrin diyorum" dedi. </span></div><div style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><span> </span>"Öf"leyerek kalktı küçük kız. Balkona çıkarken, "Anne, dayım da gelecek mi" diye sordu. Selma, tebessümle, "Gelecek fıstık" karşılığını verdi, nişanlısının yeğenine.<br /><span> </span>"Selma, sen salatayı yaptın mı?"<br /><span> </span>"Yapıyordum. Rendeleme kaldıydı abla."<br /><span> </span>"Tamam. O böreği de fırından çıkar, soğusun. Ben geliyorum."</span></div><div style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><span> </span>Berrin ve Selma içeri girdiler. Elmas, diğerlerine talimat veriyordu şimdi de:<br /><span> </span>"Siz de şu çeşmenin altında elinizi, yüzünüzü yıkayın, ayağınızı da yıkayın. Pasaklı zilliler sizi."<br /><span> </span>Bunu duyan Büşra, küçük, yumuk yumuk elleriyle ağzını kapatıp kikirdedi. İkisi de kalktılar, dama çıkan merdivenin olduğu yerdeki kolona paçavradan bozma bir ip yardımıyla bağlanarak tutturulmuş çeşmeye yöneldiler. Yazmasının omuzlardan düşen uçlarını tepesinde bağlayan Elmas, şeytanî bir sırıtışla Büşra'ya:<br /><span> </span>"Hoşuna mı gitti kız babaannesi kılıklı? Yengeniz böyle terbiyesiz bir kadın işte. Esma, bacının ellerini, kollarını sabunla iyice yıka kızım, tosbağalarla oynuyordu. Sonra da içeri girin, hadi."</span></div><div style="text-align: left;"><span style="font-family: inherit;"><span> </span>Şimdi balkonda sadece iki kız kardeş vardı. Esma, terliğini çıkardı, çeşmeyi açıp ayağını betona sürte sürte yıkarken söyleniyordu, aslında annesini taklit ediyordu:<br /><span> </span>"Hıh, pasaklı zillilermiş. Sen önce kendi kızına bak. Evine misafir geldi diye şımarıyor. Annem varken bize de geliyordu misafir."<br /><span> </span>Ablasının küçük bir kadın gibi söylenerek ayağını yıkamasını izleyen Büşra, bu "monolog"u kesti:<br /><span> </span>"Yengem bana da 'babaannesi kılıklı' dedi. Ben babaanneme mi benziyorum? Sen hiç babaannemi gördün mü abla?"<br /><span> </span>Esma, yüzünü buruşturarak son noktayı koydu:<br /><span> </span>"Sus sen de ya."</span></div><p style="text-align: center;"><span style="color: red; font-family: inherit; font-size: large;">Devam Edecek...</span></p>Ali Demiral http://www.blogger.com/profile/03894867731606900910noreply@blogger.com2